Yıldız Kenter Müşfik Kenter'i anlatıyor. Röportaj ve incelemesi
- Son Güncelleme: Cuma, 21 Eylül 2012 22:43
- Cengiz EREN tarafından yazıldı.
- Gösterim: 10524
Röportajlar önemli bilgileri aktarır, yaşananlar ve sonuçları hakkında. Ayşe Arman'ın Yıldız Kenter'le yaptığı röportaj da önemli bilgiler aktarıyor. Yaşanan çocukluk, çocuklukta yaşananlar, yaşanan hayat ve bunların sonuçlarının neler olduğunu görebiliyoruz. Müşfik Kenter'i kaybetmiş olmaktan üzgünüz. Türk Tiyatrosunu geliştiren oyunculardan biri idi. Onun hakkında Yıldız Kenter'in söyledikleri hem hüzünlü ve hem de sanatçının yaşadığı gerginlikleri ve sıkıntıları anlatıyor.
Tiyatro oynayan kişinin oynadığı rolü yaşayabilmesi gerekiyor. Bunu yaşayabilmesi için bir başkasının karakterinde "içeri" girmesi oynadığı roldeki başarısını ortaya çıkaracaktır. Karakterin ne kadar derinine inerse, o kadar seyirciyi etkileyecektır. Bunun için de derin trans gereklidir. Ne kadar derin transa girerse, seyirciye katersis'i o kadar yaşatacak, ve seyircinin kendisini sorgulamasını da sağlayacaktır. Belki bütün sanatçılarda çekilen acıların sonucu bu şekilde ortaya çıkmaktadır diyebiliriz.
Burada küçük bir açıklama yapmak gerekiyor. İçerisi ve dışarısı kavramını bir kez daha açıklamak yerinde olabilir. Google'da içerisi dışarı şeklinde arama yapmanız, üretilen bu kavram hakkında biraz daha bilgi sahibi olmanızı sağlayacaktır.
İçerisi insanın rahat, huzurlu ve güvenli olduğu alanları ifade ediyorsa, dışarısı da bunun dışında kalan alanları kapsayacaktır. Kişi İçerisi'nde bir zarar görmüşse dışarısı'nı içerisi olarak kabul edecek ve hep dışarıda olmak isteyecektir. Ancak dışarısı'nda da bir darbe yediğinde içeriye dönme hayreti olacak ancak içeriye dönmesi pek mümkün olmayacaktır. O zaman tek sonuç ortaya çıkar. Eşikte kalmak. Yazarlar için bu araf'ta kalmak olarak adlandırılabilir.
Eşikte kalan insan sayısı oldukça fazla bildiğimiz. Elif Şafak eşikte kalmış durumda. Eşikten sadece kitaplarını yazarken çıkabiliyor. Orhan Pamuk eşikte kalmış durumda. Romanlarını yazarken bu alandan çıkabiliyor. Ancak kitap yazılmadığı dönemlerde tekrar eşiğe geri dönülmek zorunluluğu var.
Mekanı ışıkla dolsun, Müşfik Kenter'de eşikte kalmış biri sayılabilir. Yıldız Kenter'in cümleleri ile kolaylıkla anlaşılabilir.
"O mahcup biriydi. Utangaçtı. Bir tek sahnede başka biri oluyordu."
Bu anlamda sahne eşikten çıkılabilen tek an olduğu için orada başarılı olması kaçınılmaz. Sahneden inildikten sonra yeniden eşiğe dönülmesi yukarıdaki cümlenin daha farkı algılanmasını sağlayabilir.
Babasının aşkı için mesleğini terketmek zorunda kalması Müşfik Kenter ile benzer bir durumu ortaya çıkarıyor.
"- Hepimizle iyiydi. Babam içmediği zaman müthiş bir adamdı. Çok şefkatli, çok bilgili. Tahsilini İngiltere’de tamamlamış, bir sürü dil bilen, son derece entelektüel biri Ama bir ‘gavur’la evlendiği için meslek hayatı bitti. Hariciyede kalamadı, istifa etti, annemi seçti. Ne var ki bunu taşıyamadı. Başarılıyken başarısız olmak onu alkolik yaptı. Babam da Müşfik de duyarlı insanlardı."
Dışarıda kalmak için dışışlerinde çalışan baba, içeriye girmek için aşkını tercih etmiş ama çok başarılı olduğu meslekten atılması onu da eşiğe taşımıştı belki de. Eşikten çıkabilmek için bildği tek yol alkol ise, onu sürekli olarak tükecekti. Babasının yaptığının yanlış olduğunu, alkol alındığı zaman kırıp geçirmek gerekmediğini gösterebilmek ve babası gibi olmamak için alkolün pençesine düşer Müşfik Kenter'de. Sonrasında kurtulsa da içki ona zarar vermiştir. "Damage is done" dedikleri gibi.
Herkesi güldürmek eğlendirmek isteyen kişi aslında kendisi pek eğlenmiyor ve başkalarının mutlu olmasından keyif alıyor demektir. Bu şekilde karşıdaki insanların kendisine dokunmasını engelliyor da olabilir. Ölüm döşeğinde bile çevresindekileri güldürmeye çalışması bunu gösteriyor.
Soru ve cevap bunu net olarak açıklıyor.
"Biraz da hüzünlü ve yalnız duran hali vardı değil mi?
- Yok yok, çok esprilidir. O nefes alamaz haliyle bile espri yapmaya çalışıyordu. İnsan ölürken, güldürmeye çalışır mı? Müşfik öyleydi."
"Teselli aramıyordu yani?
- Yok yok, üzüntüsünden değil. Melankolik bir tip değildi. İnsanları güldürmeye bayılırdı, sahnede rol arkadaşlarını da güldürmeye çalışırdı."
Bu iki cümle yalnızlığı ve hüznü açıklıyor ve insanların kendisi gibi olmaması için onları neşelendirmesi önemli hale gelecektir. Özellikle sahne kendisini tek iyi hissettiği yer olduğu için bu orada daha çok yapılacaktır.
Yıldız Kenter için ise durum farklı. Zira annenin kendisine aktardığı sorumluluk önemli. Kardeşi ile birlikte olmak ve onu korumak zorunluluğunu her zaman hissedecektir.
"Ben de bütün bu zaman içinde, Müşfik’in annesi gibiydim. Annem bana, “O senin bebek!” derdi. Öyle kabul ettim."
Muhsin Ertuğrul ile çalışmaları olduğunu söyleyen Yıldız Kenter, Devlet tiyatrosundan bu sebeple ayrılmış ve geriye dönememiştir.
"Mühsin Ertuğrul’la tiyatro çalışmalarınız var. O nasıl bir deneyimdi?
- İlginçti. Devlet Tiyatrosu’ndan ayrılıp onun yanına gelmemiz Muhsin Bey’in çok hoşuna gitti. Bir süre çalıştı bizimle, sonra yok oldu. Biz kaldık ve Kenter’ler olarak devam ettik. Çünkü dönemezdik artık Devlet Tiyatrosu’na."
Buradaki yok oldu cümlesi ilginç. Büyük bir ihtimalle Muhsin Ertuğrul'un ölümünden bahsediyor olsa gerektir. Bu ise Kenter'ler için tek başına mücadele etmek gereğinin ortaya çıkmasıdır ve Kenter'ler kurulur.
Ölümün kendisi için yokoluş anlamına geldiğini soru ve cevaptan anlıyoruz.
"Bir gün tekrar kavuşacağınızı düşünüyor musunuz?
- Hayır. Bitti artık. Buluşmak, kavuşmak yok. Bunlar bana inanılmaz geliyor. Ölene kadar benimle yaşayacak Müşfik. Yüreğimde, düşlerimde, düşüncelerimde. Ama ben ölünce o da bitecek."
Üzerine aldığı sorumluluk onu daha akılcı yapmış ve istemediği otorite konumuna getirmiştir ama aktarılan önermeler kabul edildiği için bu şekilde yaşamaya devam edilecektir.
"İkinizin arasındaki en bariz fark neydi?
- Ben daha çok aklımla hareket ederdim, Müşfik duygularıyla."
İkisi de Türk Tiyatrosunun efsane ismi. Yıldız Kenter ve Müşfik Kenter. Büyük sanatçı olmalarının ardında yatan geçmişin ne olduğunu bu röportaja öğreniyoruz. Yaşanan olaylar, yer değiştirmeler, alkol, ortaya çıkan kırıp dökmeler, bağlanan baba, çocuklukta yaşanan olayların insan hayatına neler getirdiğini anlatıyor.
Müşfik Kenter kendisine son dönemde yaşama enerjisi veren ve sevgiyle 8 yaşından kırk yaşına kadar büyütüp baktığı oğlu Mahmut'un ölümünden sonra yaşama amacındaki boşluk, sigarayı önleme kampanyasındaki anlatılan sonucu doğurmuş olabilir. Yaşamın gayesi kalmamışsa.
Yıldız Kenter'in ise Müşfik Kenter'in ölümünü bile teatral cümlelerle anlatması ne kadar büyük bir sanatçı olduğunu gösteriyor. Geldiği yaşta düşündüklerini çok açık ifade edebilmesi ona duyduğum saygıyı biraz daha arttırıyor. Kendi inançları, hayat, ölüm, tanrı hakkındaki düşüncelerini daha önce hiç yapmadığı şekilde kamuoyu ile paylaşması gerçekten çok önemli.
Hayata bağlılığını, yaşamanın ne kadar önemli olduğunu ifade etmesi ise, öbür dünya koçlarına ve tarikat şeyhlerine önemli mesajlar olarak görünüyor. Kendisine uzun ömürler diliyor ve o tiradı tekrar okumanızı tavsiye ediyorum.
"Vefat ettiğini öğrenince, ağzınızdan çıkan ilk cümle ne oldu?
- Derin bir çığlık: “Aaaahhhhhh” Sonra, “Kardeşim, kardeşim” dedim. Bir de ona “Seni seviyorum” diye sarıldım. Fakat tuhaf bir şekilde haber gelmeden hissediyorsunuz gittiğini..."
İsteğimiz hem müşfik Kenter'i ve hem de kendisini olabildiğince yaşatması. Ancak ikisi de Türk tiyatrosunun önemli isimleri olarak tiyatro tarihindeki yerlerini yaşarken almışlardı.