yalnızlık

 

  • Abuzer Kadayıf

    Oynayanlar: Metin Akpınar, Talat Bulut, Özlem Savaş

    Bu filmi gördüğüme hiç memnun olmadım ve çevirenlere de teşekkür etmiyorum, tabii oynayanlara da, Talat Bulut haricinde.


    :brahim Tatlıses Abuzer Kadayıf

    İbrahim Tatlıses’in hayatının anlatıldığı söylenen film, biraz dikkat edildiğinde ‘Aydaki Adam’ (Man in the Moon) filminden çalınmış çatısıyla gözönüne geliyor. O filmde de Jim Carrey ayrı iki karakteri canlandırıyordu ve sonunda birini kendi isteğiyle öldürüyordu. Bu açıdan benzerlikler oldukça fazla.

    Profesör ve Abuzer

    Bu çatı üzerine kurulmuş olan filmde Metin Akpınar bu rolü üstlenmiş, profesör ve Abuzer rolünü birlikte okuyor. Vücudundaki ve yüzündeki içkinin yarattığı deformasyonlar Profesör rolünün nasıl görünmesine sebep oluyor, siz söyleyin . Kimbilir belki bilerek bu şekilde oynatılmıştır,son zamanlarda profesörlere yapılan saldırılar gözüne alınırsa ve depremci profesörlerin de halka yaptıkları incelenirse. Profesörlerin Hülya Avşar’a tepki göstermek yerine bu filme tepki göstermeleri gerek diye düşünüyorum.

     

    Çocuklara yardım amacıyla Abuzer rolüne bürünen profesör, Abuzer rolünü daha iyi oynuyor ki, bu da Metin Akpınar’ın Abuzer’e benzeyen kişilerle daha fazla arkadaş olduğunu gösteriyor, gerçek hayatında. Çocuklar için yapacağı sığınma evini yapmaya kalkan profesör, mafya, medya, politikacı, seyirci sarmalındaki hareketlerini gayet güzel organize ediyor, gelen bütün önermeleri kolaylıkla kabul ediyor ve sonra kendi hayatına ve sevgilisine dönüyorsa da, özel hayatı çıkmaza giriyor sevgilisi ile görüşemediği için. Böylece devam eden filmde olaylar, kesikli olarak sahnelerle birbirine bağlanmaya çalışılıyor.

    Abuzer Kadayıf’ın bu role ne kadar zamandır devam ettiğini de bilmiyoruz. Başlangıcında ilişkisi olan kadına meşhur olduktan sonra yüz vermeyen Abuzer’in bu işi uzun zamandır yaptığını a öğreniyoruz farkında olmadan. Belki araştırma görevlisi, belki yardımcı doçent, belki de doçent iken bu seçimi yapmıştı ama bu konuda bilgi verilmiyor. Mafya ile girdiği ilişkilerinde ödenen paralar ile ekranda ifade edilenler arasındaki farkların olması filmi çevirenlere, gerçeği anlatıyoruz diye bir tatmin duygusu da veriyordur zannediyorum.

    Kendi  Hayatını Yaşamak

    Abuzer rolünü bırakıp, kendi hayatına dönmek isteyen profesör bu seçimle başbaşa kaldığında, Abuzerliği bırakamıyor, ödenecek senetleri, kazanacağı paraları olduğu ve Talat Bulut’un önermeleriyle Abuzer Kadayıf olmaya devam ediyor.

    Bu sonuç film içinde verilmek istenen bir mesaj mı ama bizi sarsıyor ve hepimizi belki de farkında olmadan Abuzer olmaya itiyor. Bir profesör bile buna karşı koyamıyorsa, gencecik çocuklar ne yapsın. Abuzer olmak isteyenler Abuzer olabilirler ama bu film bizi açıkça Abuzer olmaya ikna etmek istiyor. Bu, filmin gerçek mesajı mıdır? Bunu çevirenlere sormak gerekiyor. Doğru kurgu Aydaki adam’da oynanan iki karakter olabilirdi. Örneğin Metin Akpınar hem kendini, hem de Abuzer Kadayıf’ı oynayabilirdi ama bunun mümkün olması ortaya çıkacak farkların fazla olmamasından dolayı mümkün değil.

    Talat Bulut ve Özlem Savaş

    Bu filme gidebilirsiniz ama gittiğiniz zaman Talat Bulut’u seyretmeye gidin, mükemmel oynuyor ve filmin seyredilebilmesini sağlıyor. Yönetmenlerin biraz daha dikkatli olması, Türk Toplumu anlamaz düşüncelerinden uzaklaşarak, kendi keyifleri ve para kazanmak için film çekmeleri gerekiyor. Eğer kendi kaynakları yeterli ise, zaten filmde doğru mesajlar aktarılacaktır. Bir de hep aklıma sorma gereken şu soru geliyor. Türk yönetmenler neden korku filmi çeviremezler?

    Özlem Savaş ise bu filmdeki rölü daha sonra bir müddet hayatında aynen yaşanmış ve daha sonra kendi yolunu bularak kendi hayatını yönetmeye başlamıştır.

    Son olarak bu filme İbrahim Tatlıses hiç kızmamalı, hatta teşekkür etmeli, çünkü kendi yaptıklarının daha doğru olduğunu, bu film ona da anlatıyor.

    Cengiz Eren

    NLP Uzmanı ve Eğitmeni

    http://www.erenlp.com

    İlgili Linkler:

     

  • Bernardo Bertolucci Conformist

    conformist Bernardo bertolucci jean louis trigtignantKONFORMİST Filmi

     Bernardo Bertolucci'in Conformist filmi, çoğu ülkede olduğu gibi, bizim ülkemizde de yaşananları açıklıyor.  Gücün "Manyetik etksi" nin anlatıdığı film, buna kapılanların yaşadığı savrulmaları da, duyguları ve çevresel koşulları evrensel bir dille izleyicilerine aktarıyor.  Bugünü anlamak için seyretmek gerek. Yazının devamını tıklayarak filmi izleyebilirsiniz.


     Filmde değişen şartlara uyum sağlamaya çalışan insanların, kendi değerelerinden nasıl uzaklaştığını ve değersizleştiğini de görüyoruz.

     Conformist

     Conformist kavramı konforuna düşkün anlamında değil, gücün etkisine giren kişiler için kullanılmaktadır.  Seyredebilirsiniz.

     

    Cast
    Jean-Louis Trintignant ...
    Marcello Clerici (as Jean Louis Trintignant)
    Stefania Sandrelli ...
    Gastone Moschin ...
    Enzo Tarascio ...
    Fosco Giachetti ...
    Il colonnello
    José Quaglio ...
    Yvonne Sanson ...
    Milly ...
    Madre di Marcello
    Antonio Maestri ...
    Alessandro Haber ...
    Cieco ubriaco
    Luciano Rossi    
    Massimo Sarchielli ...
    Cieco
    Pierangelo Civera ...
    Franz
    Giuseppe Addobbati ...
    Padre di Marcello
    Christian Aligny ...
    Raoul (as Cristian Alegny)

    Bugüne baktığımızda insanların gücün manyetik etkisine kapılarak metamorfoza uğramalarını ve daha sonra da buna  nasıl kendilerini inandırdıklarını görüyoruz.

    Film hakkındaki yorumlarınızı yazabilirsiniz.

    Cengiz Eren

    NLP Uzmanı ve Eğitmeni

    http://www.erenlp.com

     Linkler

    Mutluluk Çizgi Film by Steve Cutts Happimess Metropolis FRitz Lang filmi 2001 A Space Odyssey Sırları Midnigth İn Paris Pariste Gece Yarısı Woody Allen Filmi

     

     

     

  • Ceo'ların Yalnızlığı (Dağların zirveleri çoraktır)

    zirveceoCEO Chief Executive Officer

    CEO Türkçeye giren yabancı kavramlardan bir tanesi..

    Chief Executive Officer kelimelerinin kısaltılmış hali CEO.

    Hiyerarşik yapılanması tamamlanmış kurumlarda genellikle yönetim kurulu içinde yer alan kişilerden birine verilen bir unvan. Murahhas Aza ile benzerlikler taşıdığı da söylenebilir. Executive kelimesi önemli. Execution kelimesinden geliyor ve Türkçe karşılığı da "harekete geçiren”.

    Officer’in kullanılması ise kağıt ve raporlar üzerinden karar verebilecek yetenekte olmasından kaynaklanıyor. Raporları okuyabilmek, yorumlayabilmek ve en önemlisi raporlardaki boşlukları fark edebilmek gibi özellikler, aranan vasıflar.

    Kurumlarda, hiyerarşik yapılanmasını tamamlamış ve “Corporate Governance”’a geçmiş kurumlarda bu unvana daha çok rastlıyoruz.

     Karar Süreçleri ve Karar Vericiler

    Önceleri sermaye sahibi ve karar verici aynı kişi iken, şimdi sermaye sahibi görev yetkilerini yönetim kuruluna ve yönetim kurulu da yetkilerinin bir kısmını yönetim kurulunda da yer alan bir kişiye bırakabilmekte. İşte bu kişiye CEO deniyor. Kısa vadeli stratejik kararları verebilmek ve uzun vadeli strateji değişiklikleri için hazırlık yapmak da görevlerinden. Ne yapılmasından çok nereye doğru gidilmesine dair çerçeve kararlarını vermek ve kurum yapısının gelecekteki durumlara uyumlu hale getirilmesi, geleceği şekillendirilebilmeleri gibi kurumsal yapı adına çok önemli süreçleri başlatan kişi aynı zamanda.

    Stratejik ve Operasyonel Kararlar

    Kurumlarda iki önemli karar var yapılanması var, dikkatli bakılırsa. Stratejik kararlar ve operasyonel kararlar. Stratejik kararlar bir departman için verilebileceği bütün kurumu yıllarca etkiyebilecek süreçlere ait başlangıç kararları. Stratejik kararda bilgi alma süreçleri çok uzun. Zira kararın doğru verilebilmesi için zengin bilgilere ihtiyaç ortaya çıkması da çok doğal. Kişisel açıdan bakıldığında tatile çıkma kararı stratejik bir karardır.

    Operasyonel kararlar ise verilen stratejik kararların nerede, nasıl, kim tarafından ve hangi zamanda uygulanması gerektiğine dair uygulama planları ile ilgilidir. CEO ve üst yönetim tarafından alınan stratejik kararlara ait tavrın belirlenmesinden sonra operasyonel kararlar alınarak uygulama süreçleri başlatılır. Bir örnek vermek gerekirse Unilever CEO’su ve yönetim kurulu “to getting dirty” kavramını ortaya attı. Çünkü giysiler kirlenirse yıkanması gerekecek ve temizlenme yapılırken Unilever ürünü deterjanlar kullanabilecektir. Bu kararda sonra ülkelerdeki şirketler bu stratejik kararı uygulamaya başlamışlar ve Türkiye’de “Kirlenmek Güzeldir” sloganı ile operasyona başlanmıştır.Yine kişisel olarak tatile nasıl ve hangi yoldan gidileceği konusundaki karar operasyonel karardır.

    Coca Cola

    Benzer şekilde Coca Cola büyük bir olasılıkla evlerinden çıkan insanların daha fazla meşrubat tükettiğini farkettiklerinden olsa gerek, insanların ev dışına çekilmesi gerektiğine dair stratejik kararı vermişlerdir. Bu karardan sonra hazırlanan reklam kampanyaları “Sokağa Çıksana, Hayat Sokakta” sloganı ile Türkiye’de kullanılmaya başlanmıştır.

    Yalnızlık

    İşte bu noktada CEO’ların yalnızlığı da başlamaktadır. Operasyonel karar süreçlerine ait uygulama sonuçlarını detaylı olarak görebilen orta kademe yöneticileri, hazırladıkları konsolide raporları üst yönetimlerine, bölgesel şirketlerde bu sonuçları merkeze ve CEO’ya iletmektedirler. Stratejik kararların sonuçları uzun zaman sonra ortaya çıkmaktadır. İşte bu noktada CEO aldığı kararların sonuçlarını ait heyecanı sürekli olarak yaşayabilecektir.

    Yönetim kurulu sermaye sahiplerine daha fazla kar aktarmayı düşünürken CEO kurumsal yapının bu sonuçlara uygun olarak sürdürülmesini ve şartlara uygun olarak yapısal değişimi de öngörecektir.

    Tepeler Çoraktır

    Bu yazıda inceleyeceğimiz konu ise CEO’ların yalnızlığı. CEO’lar genellikle üst katlarda otururlardı. Özellikle New York merkezli şirketlerde en üstün bir alt katında otururlarken 11 Eylül’ün yaşanmasından sonra alt katlara doğru harekete başladılar.  Bu kişiler kolaylıkla karar verebilen bir yapıda olmak zorunda olduklarından ve kurum içinde ve dışında çok güçlü göründüklerinden kendilerine ulaşan bilgiler içinde çoğunlukla çözülmesi gereken sorunlar ve kurumun kaynaklarını çeşitli seviyelerde kullanmak için dışarıdan kendilerine ulaşan istekler olmaktadır.

    Göreve başladıktan bir müddet sonra çevresindeki kişilerden ulaşan bu isteklerden dolayı kendisini koruma altına alan CEO giderek yalnızlaşmaya da başlamaktadır. Kendisine yaklaşan her kişinin kısa veya uzun dönemde bir istekle karşısına çıkması durumu daha da zorlaştırmaktadır. Hayır derse yalnızlığı artacak evet derse kendisini kötü hissedecektir. Hayırlar arttıkça yalnızlık da artacaktır.

    Bir başka önemli nokta ise CEO görevine geldikten sonra operasyonel süreçlerden uzaklaştığı için yeniden bu sürece başlaması zor hatta imkansız hale gelmektedir. Hele CEO koltuğunun verdiği iktidar gücü de, önce davranışlarını sonra da kişiliğini etkilemeye başlamışsa sorun biraz daha artacaktır. Operasyonel süreçlerden her içerikte uzaklaşıldıkça iş yapmaktan çok iş yaptırarak yönetmek gereği de kendiliğinden ortaya ve operasyonel süreçlerde de farkında olunmayan tehlikeler yaşanacaktır.

    Gordion Düğünü

    Bir örnek vermek gerekirse Gordion Düğümünün çözülemez bir düğüm olduğu kimse çözemediği için düşünülmeye başlanmış ancak Büyük İskender düğümü görünce çözmeye çalışmak yerine kılıcını çekerek düğümü kesmiş ve sonuçta çözmüştür. Bu karar stratejik karardır ve kararın verilme hızı İskender’e neden “Büyük” unvanının verildiğini de göstermektedir.

    Ancak böyle bir kararı hızlı verebilen İskender, çayı geçerken attan düşmüş ve boğulmuştur. Bu ise kendisini operasyonel süreçte koruyamadığını gösteren bir sonuç olarak algılanabilir. İlginç olan boğulduğu çaya kendi adının verilmesi ve o yöredeki bir şehrin de kendi adını taşınmasıdır. Büyük İskender operasyonel süreçlere ait kararları vermeyi ve kendisini korumayı çok önceden bıraktığı için zarar görmüştür. İşte bu nokta CEO’ler içinde önemlidir. CEO görevine başladıktan sonra ya hayat için yer almaya devam etmeli ya da her içerikte korunmalı ortamlarda yaşamalıdır. Alış veriş gibi, bankadan para çekmek gibi, mektup göndermek gibi, araba kullanmak gibi, fiş priz tamiri, rezervasyon, tatil gibi ve buna benzer işlerden kendisini tümü ile uzaklaştırmalıdır. Özel hayatındaki operasyonel süreçler kendisine için tamamlanmış olarak gelmeli, kendisi sadece karara katılmalıdır.

     Milyon Dolarlık Kararlar

    Zira kendisinin vereceği her karar kurumsal yapının büyüklüğüne göre milyon dolarlar mertebesindedir. Bu açıdan zihinsel olarak temiz, algı seviyesi yüksek, ortaya tavır koyabilen bir yapıda olması vereceği kararların doğru olmasını sağlayacaktır. Kurumsal olarak geleceğin planlanmasında ve en önemlisi geleceğin belirlenmesinde alınacak kararlar bu zihinsel sınırların ötelenmesine bağlı olarak belirlenecektir. Sınırsız olarak hayal etmesi gereken CEO bu hayallerinin uygulanabilmesi içinde varolan sınırları da gözlemlemelidir.

    Güç  ve İktidar

    CEO’lar güçlüdür ve iktidar sahibi olarak görülürler. Bazıları sermaye sahibi aileden olsalar da, çoğu hem seçilmiş ve hem de atanmış kişilerdir. Bu göreve gelebilmeleri için uzun yıllar elde ettikleri tecrübelerin ve kaynakların olması da gereklidir. Stratejik kararları doğru verebilmek zorunluluk olduğundan yaşadıkları tedirginlik diğer insanlardan daha büyüktür. Sorun çözme konusunda net kararlar verebilmesi ve bu kararları uygulayabilir olmalarından dolayı pek sevilmezler.  BU sebepten uluslar arası kuruluşlarda çalışan CEO’lar o ülkede yetişen ikinci kuşak arasından seçilmeleri de bu yüzdendir. Ofislerine gelen kişilerin çoğu sadece iş görüşmek amacı ile gelirler ve kısa bir süre bu odada kalabilirler. Zira vakit onlar için çok da değerlidir.

    Yukarıda yazılı olanlardan dolayı CEO’lar yalnızdır. Hiyerarşik olarak organizasyonda yükselince yalnızlık da artmaya başlar. Piramidin en tepesinde kim varsa o en yalnız olacaktır, çevresinde fazla sayıda insan görünmesine rağmen. Yaşadıkları yalnızlıklara rağmen kaynaklarını en zengin olarak kullanan ve kendilerini yenileyebilen CEO’lar görevlerini uzun müddet yapmaya devam edeceklerdir. Diğerleri ise belirli bir süre sonunda sistem dışına itilirler. Bu noktada hayatlarının belki de en zor dönemlerini yaşarlar. Şimdi size sorulsa siz CEO olmak ister misiniz? Cevabınız ne olur? Evet cevabı veriyorsanız, kaynaklarınız zengin, bilgi alma süreçleriniz kendi kontrolünüzde, zekanız hızlı, kılıcınız keskin ve kararlarınız adil olsun.

    Cengiz Eren

    NLP Uzmanı ve Eğitmeni

    http://www.erenlp.com Kozyatağı

    İlgili Linkler

     

  • Duygusal Kekemelik ve Sonuçları

    Duygusal KekemelikDuygusal Kekemelik

    Bilgi kavramlaştırılabilirse daha kolay anlaşılır ve sonra da kullanılır hale gelecektir. İçeriksiz Düşünme Modeli, Zihinsel Detoks, Eren Altıgeni, Farkındalık Hipnozu gibi ürettiğimiz kavramlardan sonra yeni bir kavramı daha ilginize ve bilginize sunuyoruz. Duygusal Kekemelik. İnsanın hayatını yaşarken karşılaştığı durumlarda, korunmasız ve savunmasız durumda yaşadığı olayların etkisinin ne olduğunu açıklamaya çalışan Duygusal Kekemelik kavramı söyleyemediklerinizin nedenini açıklayacaktır.

    Copyrigth:Duygusal Kekemelik adı ve  makalesi  tescil edilmiştir.  Herhangi  bir sitede, basılı veya görsel medyada izinsiz olarak kullanılamaz ve alıntılanamaz.

     

  • Köşe Yazısı 13 Eylül 2015

    Korkular Korktuğunuz Oranda Gerçekleşebilir.

    İnsan hayatı yaşarken birçok korku hissediyor. Korkular çeşitli. Uçak korkusu, deprem korkusu, kapalı yerde kalma korkusu, hastalık korkusu, kirlenme korkusu, karanlık korkusu, sınav korkusu, kaybetme korkusu, terkedilme korkusu, gelecek korkusu, yalnızlık korkusu, iktidarı kaybetme korkusu ve daha yüzlercesi.

    Korkular nasıl oluşur? Neden korkularımız var? Bu doğrudan beynimizin çalışma biçimi ile ilgili. Beynimiz boşluk kabul etmez ve boşlukları doldurur. Bu boşlukların doldurulmasının en kolay yolu, korkular olacaktır. Anne baba herhangi birşeyden korkuyorsa, çocuk da korkacaktır. Hele bir de korkutulmuşsa. Tanımsız kelimelerle çocuğun korkutulması daha da kötü sonuçlara yol açabilir. Çocuk kendi hayal gücü ile bunları şekillendirdiğinde korkusu biraz daha büyüyecektir.

    Kendimizle, kendi kaynaklarımızla ilgili boşluklarımız varsa, bunlar da korkularla doldurulabilir. Başarısız olma korkusu, gelecek korkusu, kaybetme korkusu ve benzeri korkular da hissedilebilir. Eğer kişi yeni bir durumla karşılaştığında hayatını yönetebileceğine inansa, bu korkular kendiliğinden ortadan kalkacaktır.

    Uçak Korkusu Deprem Korkusu Panik Atak

    Uçak korkusu, deprem korkusu ve panik atak benzeri durumlarda insanın hayatını yönetmesi engelleyen ve sınırlayan korkulardır, her korku gibi. Bilmediği veya kalabalık bir yere giren bir kişi kalbi yerinden çıkarcasına çarpıyorsa, bu durumda kalabalık bir yere girmekten vazgeçecektir. Ya da uçağa bindiğinde, ya da binmeyi düşündüğünde kendisini çok kötü hissediyorsa, uçağa binmekten vazgeçecektir. Ya sakinleştirici alarak, ya da içki içerek uçağa binebilebilecektir. Asansöre binmekten korkuyorsa, merdivenleri kullanacaktır.

    Kişinin geçmişte yaşadığı olayların korkular üzerindeki etkisi büyük sayılabilir. Geçmişte yaşanan tecrübeler bu anlamda insan hayatında çok önemli. Hatırladığımız ya da hatırlamadığımız bir sürü tecrübeye ait duygular yüzeye taşındığında, kişi kendisini çok kötü hissedecek ve bir şey yapamaz hale gelecektir. Buna zihinsel kapakların açılması diyoruz ki, bu köşede bu duruma ait ilave bilgileri bulabileceksiniz.

    Korkular

    Bu anlamda korku iki nedenle ortaya çıkar. Birinci neden korkutulan kişi kolay yönetilir. Korkutulan çocuk daha uslu olur. Uslu çocuklar ise herkesin sözünü dinlerler, bunun iyi bir şey olduğunu duşunmek ise hata olacaktır. “Bir bakışla çocuğumu mum gibi yaparım” diyen anne ve babalar var. Korkutulan insan ve korkutulan toplum daha kolay yönetilir. Son günlerde yaşadığımız terör olayları hepimizi üzüyor. Ancak bu yüzden yaşamımızdan ödün veriyor, sinemaya, tiyatroya, gidemiyorsak, toplu taşıma araçlarına binemiyor, hatta evden çıkamıyorsak, terörü yaratanlar bizi korkutarak hedeflerine ulaşmış olacaklardır.

    Korkuların ortaya çıkmasının ikinci nedeni, biz kendimizi koruyamıyorsak, korkular bizi koruyan araçlar olarak ortaya çıkar. Burası önemli “korkular bizi korur”. Uçağa binen bir kişi kendisini çok kötü hissediyorsa, uçak korkusu kişiyi uçaktan uzak tutmaya çalışan bir koruma mekanizmasıdır diyebiliriz. Kişi uçağa binemeyecek ama çok uzağa da gidemeyecektir. Uçakla bir kaç saatte gitiğiniz bir yere başka vasıta ile gitmeyi bir düşünün.

    Yukarıda korkular biz kendimizi korumadığımızda , bizi koruyan yapıda olduğu gibi, bir başka önemli sonucu olduğu söylenebilir. Bu sonuç ise, korkuların değişim mesajları olarak algılanması gerektiği. Eğer herhangi birşeyden korkuluyorsa veya bir korku giderek artıyorsa, değişimin zamanı gelmiş demektir. Değişim gerçekleşinceye kadar da bu korkular artmaya devam edecek veya daha etkili bir korku sistematiği üretilecektir. Uçağa binemeyen kişinin, daha sonra deniz otobüsüne veya asansöre binememesi gibi.

    Değişim ve Hayatı Yönetmek

    Değişim nasıl gerçekleşir sorusuna verilecek cevap şu olabilir. Kişinin kendi kararlarını verip, istediklerini yapabilmesi ve gerektiğinde istemediklerine hayır diyebilmesidir. Ancak burada geçmiş stratejilerden de kurtulması önemli bir nokta sayılabilir. Herhangi bir içerikte yapılacak değişim veya yeni bir öğrenme süreci yeni fırsatları yaratacak ve yeni kapılar açacaktır. Değişim süreci başladığında kişinin çevresindeki insanların bu değişimi önlemeye çalışmak istemelerinin nedeni ise başka bir yazının konusu.

    Kendinize güvenerek ve inanarak, hayatınızı korkmadan yönetebilirsiniz. Karar sizin!!

    facebook/cengiz.eren
    twitter/cengiz_eren

    Cengiz Eren

    NLP Uzmanı ve Eğitmeni

     

  • Küçük Yalnız Çocuk, Robin Williams

    ROBIN-WILLIAMS büyümeyen bir çocuk, cengiz erenRobin Williams hakkında yazı yazacağım aklıma gelmezdi. Hele kendisinin intihar edeceği hiç aklıma gelmezdi.

     

    Filmlerinde bizi güldüren, eğlenceli ve bilgece mesajlar veren, doğaçlama yeteneğini stand-up'larında kullanan Robin Williams. He zaman gülen, güldüren ve iyi hissettiren. Ama yüzündeki gülen maskenin ardında ne vardı ki, bu sonuç ortaya çıktı.

     

    Önce bıçakla kendisini kesmek isteyip sonra da kemer ile kendisini asması. Mesaj verdiği bir çok insanın hayatını etkileyecek, bu sonuç. Bilenlerin, sevenlerin hayatını etkileyecek. Doğal olarak intiharları da arttıracak. Kendisi bunu bilseydi, yapar mıydı? Zannetmiyorum.

     

    Ama geçmişte yaşanan tecrübeler insan hayatını farkında olmadan etkileyebiliyor ve bu sonuç ortaya çıkabiliyor.

     

    Annesi, bir model Laurie McLaurin. Anne tarafından büyük büyük dedesi Mississipi Senatörü ve valisi.

     

    Babası, Ford Motor'un orta batı bölgesinin tepe yöneticilerinden.

     

    Robin Williams'ın ataları ingiliz, fransız, alman, irlandalı, iskoçyalı. Babasının Chicago'dan Detroit'e transfer olması, 40 odalı bir evde yaşamasını sağlasa da kendisine öğrettiği en önemli şey yalnızlık. Büyük aile evinde 2000 oyuncak askeri ile oynuyor.

     

    "Benimle olan tekşey ve tek arkadaşım, hayal gücümdü, çocukluğumda" demesi de kendisinin ne kadar yalnız olduğunu ifade ediyor.

     

    Baba sürekli seyahat ediyor. Arasıra eve uğradığında ise Robin kendisinden ürktüğünü ve korktuğunu söylüyor.

     

    Annesi de sürekli çalıştığı için kendisi bakıcılarla birlikte çoğu zaman. Kendisi yalnız bırakılmaktan korktuğunu ve bu yüzden "beni sev sendromu" olarak tanımladığı durumu ifade ediyor. Anneannesini annesi olarak tanıdığı zamanlar olduğunu ifade eden Williams, drama okuluna başlayana kadar utangaç ve içine kapalı bir çocuk olduğunu da ifade ediyor.

     

    Sonrasında ünlü olması, kokain bağımlılığı, içki kullanımı ve alkolik olması, onun iyi filmlerde rol almasını engellemiyor. Doğaçlama olarak yaptığı stand-up'lar ve taklitler herkesi güldürüyor. Arkadaşı Jim Belushi'nin uyuşturucudan ölmesi ve oğlu Zak'ın doğması onu uyuşturucu ve alkolden uzaklaştırıyor.

     

    2003'te Alaska'da çalışırken yeniden alkole başlıyor. 2006'da tedavi olmak istiyor. 2009'da ise kalp ameliyatı geçiriyor ve sonrasında girdiği depresyon sonrasında 2014 ortasında yeniden alkolikler için tedavi merkezine yatıyor. 11 Ağustos'ta ise, ölüm haberi ajanslara düşüyor.

     

    Yukarıda yazılanlar http://en.wikipedia.org/wiki/Robin_Williams sayfasından alınmıştır. Bu önemli bilgiler yalnız kalmaktan korkan, oyuncak askerleri ile oynayan küçük utangaç çocuğun hiç büyümediğini de gösteriyor olabilir. Love me Syndrome olarak tanımladığı stratejiye "sevmemek için sevilmek" diyebiliriz.

    Sürekli sevilmeye çalışması onu dünya çapında bir yıldız yaparken, yalnız olmasını engelleyemiyor. Zira daha derinde çalışan strateji "yalnız kalmamak için yalnız kalmak. Kardeşinin, sınıf arkadaşı Christopher Reeves'in ve James Belushi ve annesinin 2001'de ölmesi onun üzerinde önemli etkiler sağlıyor ve yalnızlığı biraz daha derinden hissediyor, olabilir.

     

    Geçirdiği kalp ameliyatı onun geçmişte yaşadığı tecrübelere ait duyguları yüzeye taşımış olmasından dolayı onu fazlası ile etkileyecektir. Aynı evde yaşadığı karısının evden çıkarken kendisini görememesi kendi yalnızlığına ne kadar kapandığını da gösteriyor, olabilir.

     

    Çocukluğundaki gibi kocaman bir evli ama evde yapayalnız olması, aldığı narkoz onun çocukluğundaki korkularını yeniden ve yeniden canlandırmış olabilir. O insanların gülmesini, eğlenmesini istiyor ve dizileri, filmleri, stand-up'ları ilr onların yalnız bırakmıyordu kendisi yalnız olduğu halde. Ama kendis ünlendikçe daha da yalnızlaşıyor.

     

    Anneannesini annesi zanneden çocuk bugün yok. Kendisinden öğrenmemiz gereken şey ise, ünlü olmak, başarılı olmak, çok para kazanmak geçmişte yaşanan kötü tecrübeler fazla ise bir işe yaramayacaktır.

     

    Başkalarının sevmesi ve iyi hissetmesi için yapılan eylemler, söylenen güzel cümleleri ve çok seviliyor plmak'da öyle. Kurtarıcı olmayı düşünenler kurtarılmak durumunda kalabilirler.

     

    Bize önerdiği Carpe Diem (anı yaşamak) kendisi için Carpe Die'm olarak sonuçlanmıştır.

     

    Çok önemli bir sanatçı idi, çoğu çocuğun ve insanın hayal gücünü geliştirdi ve onları etkiledi ve onların kendilerini iyi hissetmelerini sağladı.  Keşke büyüyebilse ve kendisi için birşeyler yapabilse idi.

     

    Mekanı ışıkla dolsun.

     

    Cengiz Eren

    13.08.2014

     

  • Play-Back veya Sahibinin Sesi

    Play Back şarkılarPlay Back

    Bildiğiniz gibi play-back terimi televizyonlardan dilimize düşen bir kelime. Arka planda çalınan müziği veya sesi anlatan birlikte kullanılan bu iki kelime aslında düşündüğümüzden daha fazla şey anlatıyor olabili mi? Televizyon programların hızı ve stüdyo olanakları elvermediğinden sanatçılar kendi şarkılarını söylerken bu tekniği kullanırlar. Arka planda müzik çalar ve bu ses ekranda duyulur. Sanatçı ise elinde çalışmayan mikrofona şarkıyı söylüyormuş gibi yapar. Zira mikrofonu eline almasa play-back olduğu kolaylıkla anlaşılacaktır. Bazen ses ile dudaklar arasında senkronizasyon kaybolduğunda play-back yapıldığı anlaşılır, tabii sanatçının da play-back yapamadığı söylenebilir.  Özellikle sanatçının kaseti yeni ise ve bütün şarkıları henüz ezberleyememişse, bu terslikler çok sık tekrarlanır.  

    Sanatçı ne kadar gerçekmiş gibi söylüyorsa o kadar iyi bir play-back üstadı olduğu söylenebilir. Bu iyi midir? Kötü müdür? Pek düşünülmez.  

    Başka İçeriklerde Play Back

    Play-back aslında hayatın başka içeriklerinde de görülmektedir. Kendisine verilen rolü oynayan kişi de play-back yapmaktadır. Başkasının kullandığı kelimeleri ve cümleleri kullanmak da benzer şekilde play-back olarak adlandırılabilir. Bu sadece bu kadarla da kalmaz. Kendi hazırladığınız bir metni veya prezentasyonu aynı şekilde iki kez bile yapıyorsanız, ikincisinde play-back bile yaptığınız söylenebilir.

    Kişisel Gelişim ve Play Back

    Kişisel gelişim konusunda verilen seminerlerde de bu sıklıkla görülebilir. Tabii yazılan kitaplarda da.  Bir kişi bir anlatıyı başlangıçtan bitişe kadar aynı şekilde ikinci kez anlatıyorsa play-back kişisel gelişimci olduğu söylenebilir. Kişisel Gelişim konusunda yazanlar eğer “copy-paste yazar” ise “play-back” yapıyor olmaları çok da anormal karşılanmamalıdır.  

    Üzerinde bir gramofonun ve bir köpeğin yer aldığı “His Master’s voice” yazan bir logoyu hatırlıyorum.  Galiba gramafon markasının logosu idi, bu yazı ve şekil.  Türkçe’ye ise “Sahibinin Sesi” olarak tercüme edilmişti. Gramofon plağı, teyp, kaset, cd ve şimdilerde mp3’ler üzerinde kayıtlı olanın binlerce defa seslendirilmesini sağlamaktadır. Bu şekilde kayıtlı olan bir şeyi birçok kereler dinlenebilir.  

    Şarkılar ve Kader

    Ses ve müzik sanatçıları, besteci veya söz yazarının şarkılarını yeniden çalar ve söylerken aynı notaları tekrar etmekte veya aynı sözleri söylemektedirler. Bu da bir anlamda kayıtlı olan için play-back demektir. Sadece kendilerine ve seslerine göre bir yorum ortaya koyarak, az da olsa bir farklılık yaratırlar. Klasik müzik dünyasında bu kolaylıkla görülebilir. Yehudi Menuhin notalarını bildiği bir parçayı çalar ve ona kendi yorumunu da katar. Ne kadar çok şarkı veya nota biliyorsa ve bunu farklı yorumluyorsa o kadar ünlü bir sanatçı olur.  

    Şarkıcılar için sürekli olarak söyledikleri şarkılardan biri ve bir kaçı farkında olmadan kaderleri de olabilmektedir. Berkant’ın söylediği Samanyolu şarkısı bunu yazan ve söyleyen kişilerin hayatı boyunca sürecek ve sonra unutulacaktır. “Bir şarkısın sen, ömür boyu sürecek” sözleri bu sonucu yaratabilir mi? Benzer şekilde Mary Hopkin “Those were the days my friends”şarkısı ile büyük başarı kazanmış ancak daha sonra söylediği şarkıların hiçbiri bu başarıya ulaşamamış ve unutulmuştur. Bu şarkıyı yazan Beatles’te bu şarkıdan sonra dağılmış ve sonrasında ise bir araya gelememişlerdir. Benzer bir durum “Bu akşam ölürüm “ şarkısını söyleyen Murat Kekilli'nin de başına gelmiştir. Birden patlayan bu şarkı açıklanması uzun sürecek olan nedenlerden dolayı, Murat Kekilli bir daha benzer etkide bir şarkı yazamayacak veya söyleyemecektir.  

    Zihindeki Şarkılar

    Bir şarkıyı dinlerken benzer süreç dinleyen kişinin zihinde de yaşanmaktadır. Bildiğiniz bir şarkıyı dinlemeye başladığınızda, zihninizdeki kayıtlarda play-back yapmaya başlamaktadır. Bilinen şarkının birkaç notası duyulduğunda zihnimizde şarkı çalınmaya başlamış demektir. Bu şarkı zihnimizde çalınırken şarkı ile ilgili duygusal bir durumda birlikte çağrılıyorsa, o zaman bu şarkının kişi tarafından sevildiği söylenebilir. Sanatçı bir ayrılık şarkısı söylüyorsa, dinleyen kişi de bu şarkıyı zihninde ayrıldığı sevgilisine söylediği anlaşılabilir. Böylece müzik sözleri, sözler, duyguları, duygular ise hissetmeyi sağlamaktadır. Dinleyen kişi de farkında olmadan yaşadığı boşluklarının büyüklüğüne göre duygusal yoğunluğu yaşamaya başlar ve davam ederler. Öyle ki bazı şarkılarda hüngür hüngür ağlandığı da olur.  

    Bu yazının konusu olmamasına rağmen iyi söz yazarları iyi sosyologdur da denebilir. Şarkıların içeriklerini toplumdaki geniş kesimlerin duygusal boşluklarının neler olduğunu fark ederek bunları şarkıları ile uyarmaya çalışırlar. Aşk en çok kullanılan içeriktir. Sonrasında ise ayrılık, ölüm içerikleri kullanılır. Son zamanlarda yoğun olarak cinsellik kavramı da şarkılarda etkili olmaya başlamıştır.  

    Bütün bunlar play-back davranışının yoğun şekilde kullanıldığını göstermektedir. Model başka içeriklerde de devam etmektedir. Masal ve fıkra anlatan kişilerde play-back yapmaktadır. Aynı şekilde başka kişilerin sözlerini kullananlar da aynı şekilde davranıyor denebilir.  

    Dış Dil Kullanımı Play Back'tir

    Kişisel gelişim konusunda da play-back oldukça yaygındır. Zira verilen bilgiler içinde çoğunlukla daha önce ifadelendirilmiş kelime ve cümleler yoğunlukla kullanılmaktadır. Örneğin Konfüçyüs’ün bir cümlesi kullanıldığında farkında olmadan bir süreç de başlamaktadır. Bu cümleyi söyleyen kişinin zihninde Konfüçyüs’ün yeri de belirlenmektedir. His Master’s Voice veya Sahibinin Sesi tanımına uygun olarak Konfüçyüs o kişinin beyninde Master veya sahip olarak yer almakta ve Konfüçyüs binlerce yıl öncesinden o kişiyi yönetmeye başlamaktadır. Bu cümleleri dinleyen kişiler de bu cümleyi, cümleleri doğru kabul ettiklerinde benzer sonuç onların zihninde de gerçekleşmekte ve böylece Konfüçyüs’ün sahiplik alanı genişlemektedir.  

    Bu sadece bir örnek tabii ki.  Kişiler neler yaptıklarının farkında olmayabilirler. Taa ki bu yazıyı okuyana kadar. Ama bu kadarla kalsa iyi . Bir de farkında olarak ve bilerek bu mesajları aktaranlar da olabilir mi? Başkalarının anlattıklarını veya sözlerini kullanan kişiler “dış dil” kullanarak, o bilgileri doğru kabul ettiklerini ve dinleyenlerinde doğru kabul etmeleri gerektiğine dair mesajı vermektedirler. Böylece bilgi aktarımı kişisel gelişimi durağanlaştırmakta ve bu bilgiyi anlatan kişilerde ortaya çıkan “öğrenilmiş gelişememezlik” süreci de başlamaktadır.  

    Hem bilgi sahibi olduklarını  düşünen ama gelişemeyen kişilerde sorunlar giderek artmakta ve kişisel gelişimcilerden öğrendikleri “öğrenilmiş çaresizlik”’in gerçek olduğunu kabul ederek, kesilmeyi bekleyen kurbanlar haline dönüşmektedirler. Bu benzetme yazı kurban bayramında yazıldığı için içeriğe dahil edilmiştir. Yaratıcı düşüncenin ve yaratıcı düşüncenin sözelleştirilmesi, “iç dil” kullanılmaya başlanması ile “play-back” anlatılarınızın önüne geçecek ve “istenen sonuca” daha kolay ulaşmanızı sağlayacaktır. Bir denemenizde bir mahzur olmasa gerektir.  

    Beynimize Aktarılan Bilgiler

    Beynimize aktarılan yazılı, sözlü, müzikli, şarkılı her türlü bilgiye dikkat etmek gereği gün gibi ortadadır. Zira her cümle farkında olmadığımız bir takım sonuçların beynimize aktarılmasına sebep olabilir.  Kitaplarda, televizyon programlarında yorumlarda, yazılarda farkında olmadan alınan bilgilerin sonuçları daha sonra hayatımızda ortaya çıktığında şaşırmamak da gerekmektedir. Bundan kurtulmanın en kısa yolu ise kişinin kendisini korumasıdır. Anlatılan konu kendi sesi ile mi yoksa sahibinin sesi olarak mı aktarılıyor, bu ayrımın fark edilmesi, korumayı çok daha kolaylaştırabilir. Mevlana bile “artık yeni bir şeyler söylemek lazım” cümlesini söyleyene kadar yaratıcılığını kullanmamış olsa gerektir. Bu cümleyi söyledikten sonra başkaları Mevlana’nın cümlelerini bize aktarmaktan başka bir şey yapmamıştır.  

    Daha da ileri giderek size önerilen bir hayatı yaşaıyorsanız da, hayat boyuyunda "long play-back" yapıyor olabilirsiniz.  Ancak bu durumda şarkının sonu hiç de istediğiniz gibi bitmeyebilir.  Dünyayı değiştiren insanlara bakıldığında play-back değil, sadece kendi istediklerini yapan insanlar olduğunu da görürüz.  Ama nasıl yaşayacağınıza dair bir karar vermeniz gerekiyorsa, bunu sadece siz verebilmelisiniz.

    Yeni şeyler söylemekten de ileri olarak kendi dilimizi oluşturup kendi cümlelerimizi dış dil etkisinden uzakta kelimelendirmeye başladığımızda yaratıcılığın kullanılmaya ve sınırların ötelenmeye başladığını siz de kolayca görebilirsiniz, kendinizi hiç olmadığı kadar iyi hissederken.  

    Bu yazıdan sonra play-back, play-back olmaktan çıkacaktır. Daha da iyi anlaşılabilmesi için son cümle şu olabilir. “No Play-back, No copy-paste, please”.

    Cengiz Eren

    http://www.erenlp.com

    Kişisel Gelişim Posta NLP YazılarındanKGM Kişisel Gelişim Müteahhitliği Bir Kishileaks yazısı daha Üstün Dökmen Kişisel Gelişim Dergisi Röportajı

     

  • Yatılı Okumak ve Yatılı Olmak Kavramı Üzerine Yazı

    Yatılı Kalmak Kavramı Yatılı Okul Hayatı

    Yatılı okulun insan hayatında önemli bir yeri olduğunu, Deniz Seki ile ilgili olarak Ayşe Arman’a verdiğim röportajda ifade etmiştim. Özellikle çok küçük yaşlarda yatılı okula verilen çocukların hayatlarında önemli yeri olduğu bir gerçek.


    Yatılı okula teslim edilen çocuk ne yapar? Evinde annesi ve babası ile otururken, kendine ait bir şeyleri varken, birden bir yatağın üzerinde, çelik dolapların ranzaların olduğu büyük bir salonda ayaklarını sallayarak oturup sonrasında olacakları düşünmeye başlar. Tek başınadır. Akşam karanlığı yavaş yavaş çökmek üzeredir. Yatakhaneye başkaları da gelip yatak seçmektedirler. Eylül akşamı olduğu için serin, yataklar kullanılmadığı için nemlidir. Ve çocuk ilk kez derin yalnızlığın ne olduğunu kavramaktadır, ve tabii ki korkmaktadır.

    Aile Evinden Ayrılış ve Okula Teslim

    Okulun bir gün sonra başlayacak olması ne kadar heyecanlı ise, geçirilen ilk gece o kadar uykusuz korkuludur. Sabah olur ve okul başlar. Sonra günler ardı ardına geçer, dostluklar arkadaşlıklar gelişir. Arkadaş grupları oluşur. Sevenler vardır, sevmeyenler vardır, sevilenler vardır, sevilmeyenler de. Arkadaşları arasında sivrilmiş ve onları yönetir hale gelmiş ise bu gelecekteki hayatı için de kaynaktır. Sadece bir gruba dahil ise hayatta da bir gruba dahil olarak hayatına devam edecektir. Okul dışındaki dünya çok da düşünülmemeye başlar.

    BBG evine kapatılan yarışmacıların 3 gün sonra dışarıda bir hayat olduğunu unuttukları gibi, yatılı öğrenciler için de okul ve yatakhane ve arkadaşlar dışında bir hayatın varlığı arasıra hatırlanır. O da dışarı birkaç saatliğine çıkıldığında veya evci olarak eve gidildiğinde. Eve gidildiğinde ise yatılı okul alışma süreci tamamlandığında okul özlenmeye başlanır. Aileden aile düzeninden kopmanın da sonuçlandığını gösterir bu durum.

    Aileden kopmanın belirli bir zaman sonra ve kişinin kendi isteği ile olması ile, küçük yaşta bu kopmanın yaşanması arasında tabii ki dağlar kadar fark olsa gerektir. Ancak buna alışmak kolay değildir. Değişim olur ama bu farkında olmadan değişime direnç yaratan bir değişimdir de. Küçük bir çocuğun neden yatılı okula gönderildiği de dikkatli olarak incelenmesi gerekir. Maddi zorluklar, gönderilmek istenen okulun yatılı olma zorunluluğu, kazanılan sınav, evde aile fertleri arasındaki çatışmalar ve bunun gibi bir çok neden olabilir.

    Bianet sitesinde yazan Şadiye Dönümcü hanımın yazdıklarını şöyle bir inceleyelim.

    http://www.bianet.org/biamag/biamag/120470-biraz-ben-cokca-biz-biraz-ozlem-cokca-keyif

    Şadiye Dönümcü ve Bianet

    “10-11 yaşlarındaki bir çocuğun 1300 kişilik bir okulda kendini yalnız hissetmesi gerekirdi belki ama ilkokulda aynı sınıfta okuduğum iki arkadaşımla birlikte olmak bana güç vermiş olmalı.

    O yaştaki bir çocuğun ders çalışma, ödev yapma, öz bakımını yapma sorumluluğunu yerine getirmesi elbette kolay değildi. Bir madeni dolabı iki arkadaşımla daha paylaşmak, yatağımı-dolabı düzenli tutmak, çamaşırlarımı yıkamak, harçlığımı idareli kullanmak, 53 kişilik bir yatakhanede uyumak, sabah 6'da uyan(dırıl)mak, uykun olmadığı halde gece 10'da yatmak, yemekhanede kuyruğa girmek, sevmediğin yemekleri -başka şansın olmadığı için- tüketmek, alışkın olmadığın yemekleri tüketmek, şekeri kendinden menkul çayımtrak su eşliğinde Amerikan yardımı peynirli, gül reçelli-sana yağlı kahvaltıya talim etmek, bir kitabı 2-3 kişiyle ortak kullanmak, canın istemediği halde etütlerde zorla ders çalışmak bile keyifliydi. Kahvaltıda çorba çıktığında kantinin yolunu tutardık.

    İdarenin sigara konusundaki faşizan baskıyı alt eder, neredeyse tümümüz sigara içerdik. 6 yıllık yatılı okulluluk yaşamıma ilişkin olarak hatırladığım olumsuz iki şey var. Biri ; "yüksek yüksek tepelere" türküsünü söyleyen Mako sayesinde koca yatakhanede cem'an ağlamamız, diğeri de lojmanlarda gelen sucuk, patates ve sebze kızartması kokuları. Yatılı okulun bana kazandırdığı en kötü alışkanlık; lokmaları çiğnemeden yutmak yani hızlı yemek.

    Çünkü insan her yaşta ana kuzusu. 11 yaşlarındaki bir çocuğun kendiyle, ailesizliğiyle, 'tek başına'lığıyla mücadele etmesi, verilen çok yönlü desteğe rağmen hayatını idame ettirebilmesi elbette çok kolay değildi.

    Çünkü yatılı okul: disiplin demek. gönüllü - bazen de- gönülsüz girilen hapisane demek. Yuva sıcaklığından uzak olmak demek. Bir sürü güzellikten, alışkanlıktan yoksun olmak demek. "

    Yukarıda yazılanlara bakıldığında yazıda genel olarak anlatılanlar dışında bir eksik var gibi görünmektedir. Yalnızlık duygusu Sevgi eksikliği. Bu sevgi eksikliği de öğretmenler tarafından karşılanmaya çalışılacaktır. Tabii ki yatılı okumak insan yararlı olabilir. Tek başına kalmayı, kendi sorunlarını çözmeyi, karar vermeyi, risk almayı, otorite ile çatışmayı ve otoriteyi bir şekilde açmayı sağlayabilir de, daha fazlası ile yönetilmeyi de kolaylaştıracaktır.

    Aslında gerçekten incelenmesi gereken küçük yaşta yatılı okuyan çocukların büyüdüklerinde hayatları nasıl etkileniyor? Gerçekten incelenmesi gereken bu olsa gerek. Ya okul sonrasında yaptıkları bir işte de yatılı kalmaya devam ediyor ve değişime direniyorlarsa? Sahnede yatılı olanlar, gazetede yatılı olanlar, köşede yatılı olanlar, televizyonda yatılı olanlar, çalıştığı fabrikada yatılı olanlar, yönettikleri şirkette yatılı olanlar, kıtasında yatılı olanlar, karakolunda yatılı olanlar, ideolojisinde yatılı olanlar kimler acaba? Bunlar üzerinde araştırma yapıldığında çok ama sayıda örnek bulunabileceğine eminim.

    Citizen Kane Yurttaş Kabe Orson Welles ve Charles Foster Kane

    Bu konuda en önemli örnek olarak Yurttaş Kane filminin anlattıkları incelenebilir. Çok uzun yıllar önce çevrilmesine rağmen, hem teknik ve hem aktarım biçimi olarak devrim yapmıştır sinema dünyasında. Hala dünyada çevrilen en iyi ilk on film arasında yer almaktadır. Bir vakıf tarafından çok küçük yaşta evinden koparılan Charles Foster Kane daha sonra inanılmaz şeyler yapar. Eğitimini bitirdikten sonra geçtiği vakfın başında 24.000 tirajlı gazeteyi 600.000’e çıkarır, başkan adayı olur. Tabloid gazetesi sansasyon üzerine sansasyon yaratır. Ancak seçkin karısını şarkıcı bir kadınla aldatır ve yine gazetelerde yayınlanan bu haber yüzünden adaylıktan çekilmek zorunda kalır. Seçkin karısı onu terk ettiği için, bu şarkıcı ile evlenir, ona opera binası yaptırır ve bu operada onu ünlendirmeye çalışır ama olmaz.. En sonunda da efsanevi Xanadu şatosunu yapar ve karısı ile birlikte yaşamaya başlar. Sonunda bu karısı daı onu terk eder. Filmde bir kar küresi ile ile oynarken Rosebud, der ve kar küresi elinden düşer ve ölür.

    Film Rosebud kelimesinin Kane için ne anlama geldiğinin araştırılmasıdır. Devasa Xanadu şatosunun depolarında binlerce sanat eseri satın alınmış ve depolanmıştır. İşçiler bu depodaki lüzumsuz eşyaları yakarken ocağa bir kızak atarlar. Kamera kızak üzerine yönelir ve kızak üzerinde Rosebud yazmaktadır. Bu kızak evden alınmadan önce karlı bir günde oynadığı kızaktır. Charles Foster Kane çocukluğunu aramakta ve oraya dönmek istemektedir. Filmin başında baba oğlu göndermek istemese de anne çocuğunu teslim eder ve yatılı okula gönderir.

    Bu filmde yatılı okuyanların çok başarılı olabileceğini, büyük işler yapabileceğini ancak sevgi boşluğu ve terkedilmişliğin hiçbir şekilde doldurulamayacağına dair bir bilgi de var . Bir başka önemli nokta da Rosebud’ın argo anlamının Orson Welles’in hayatını etkilediğidir. Filmde yayıncı Randolp Hearst’ün hayatı anlatılmaktadır. Rosebud ise eşinin cinsel organını çağrıştırması onun Hollywood’dan aforoz edilmesini sağlar. Böylece Orson Welles’in Hollywood hayatı bu film sonrasında engelli koşuya dönüşecektir. O da dünyaya gelmiş en önemli dahilerden (yatılı okuyan) Tesla gibi yalnız kalmıştır, sonunda.

    Bu hem filmde gerçekleşir ve hem de hayatında. Farkında olmadan film kaderi olmuştur, Orson Welles’in. Bugün bile seyredildiğinde hem görsel ve hem de anlatım olarak değerli bulunan Yurttaş Kane filmi bir başyapıt olma değerini korumaktadır ve yatılı bir insanın hayatını anlatması ile de konumuzla ilgilidir.

    Yatılı Olmak Kavramı

    Yatılı olmak sadece yatılı okulda okumayı anlatmak yerine bir kavram olarak değerlendirildiğinde daha doğru noktalara bizi ulaştırabilecektir. Kendi evi dışında uzun süre kalmak yatılı olmak sonucunu ortaya çıkarabilir. Bu anlamda okul olduğu gibi, askerlik yaparken geçirilen günler yatılı bir süreçtir. Hastanede uzun süre kalmak da aynı sonuçlara yol açabilir. Sürekli olarak sevgilisinin evinde kalan kişi de farkında olmadan yatılı sürece geçecektir. Lojmanlarda yaşayan ve arasıra da olsa başka lojmanlara yer değiştiren insanlarda yatılı sürece geçmektedirler. Gençliğinde öğretilen bir ideolojiye bağımlı kalınması da ideolojide yatılı kalma sürecine yol açabilir.

    Japon İş Kültürü

    Japon iş kültüründe de bir şirkette çalışan bir kişinin evinden uzakta çalışma zorunluluğu da yatılılık kültürü ile ilgilidir. Yatılı süreci yaşayan kişiler iş hayatında ve özel hayatlarında yatılı oldukları süreci devam ettirmekte ve sadece üzerinde çalıştıkları düşündükleri konu ne ise ona odaklanmaktadır. Düşündükleri veya çalıştıkları konu dışında başka hiçbirşey akıllarına gelmemekte ve düşünememektedirler. Bu ise değişimi ve değişim sürecini engelleyen paralel sürecin ta kendisidir. Sınırlar çok sert ve uzun süreli olarak kurulduğu için bu sınırlardan kurtulmak bazen silahla intihar, bir başka içerikte uyuşturucu kullanımı veya içki içerek kurtulacağını düşünerek bunları yapmaya başlayabilir ve bunlarda yeni ve daha sert sınırları oluşturabilir. Sanatçı, sahne dışında bir hayat olduğunu aklına getirmezken, köşe yazarı köşesinde yazdıkları dışında bir hayatı düşünememekte, televizyoncu “hayatımın sonuna kadar program”yapacağım şeklinde söylemleri ile, çalışan ise “mezara kadar” aynı hızda çalışmayı isteyerek kelimelendirebilmektedir.

    Bunlar zihinde oluşan değişime engelleyen sert sınırların göstergesi sayılabilir. Bu anlamda bazı cemaatlerin okulları ve kuran kurslarının küçük yaşlarda çocukları kabul etmesi net olarak anlaşılabilir. Ne kadar küçük yaşta yatılı okutur , aile ve  dış dünyadan kopartırsanız, kişinin zihninde oluşacak sınırlardan kurtulabilmesi mümkün olmayacak ve kendisine aktarılan ne ise ona bağımlı hale gelecektir. Zira bu sınırların hiç farkında olmayacak, olamayacaktır. Yabancı dilde eğitim yapan yatılı okullarla, ışık evler, askeri okullarda aslında aynı kategoride sayılmalıdır. Böylece kişi kendi isteğiyle yaptığını düşündüğü şeyler için programlanmıştır ve en önemlisi kolay yönetilir hale gelmiştir.

    Ergenekon ve Diğer Davalar

    Bu günkü toplumsal çatışmalara bakıldığında, çatışmaların yatılı okulda okuyanların iktidar savaşı olduğunu anlayabiliriz.

    Böylece, sadece kendisi gibi olanlarla iletişim kurmaya alışan kişilerin hayata çıktıklarında da kendi görüşünde olmayanlarla iletişim kuramayacakları anlaşılabilir. Böylece sınırlanan bilgi alma süreçleri kişinin gelişimini ve değişimini engelleyecek, kaynaklarının zenginleşmesini önleyecektir. Bilgi karşısında tavır alınmadığı ve yorumlanamaması da başka bir sorun sayılabilir. Kendi öğrendikleri doğru, diğer tarafın söyledikleri yanlış olarak kabul edilecektir.

    Bu anlamda yatılı olmak kavramı sadece yatılı okulda okumaktan çok öte bir anlamı da kavramaktadır. Eğer herhangi birkonuda yatılı hale gelmişseniz, yaratıcılık süreci de doğal olarak engellenecek, zihinsel sınırlar ötelenemeyecektir. Siz hangi konuda yatılı olmuş durumdasınız? Bunun üzerinde düşünmek daha farklı sonuçları ortaya çıkarabilir. Yatılı olmak yönetilmektir.

    Cengiz Eren
    NLP Uzmanı ve Eğitmeni

    Kozyatağı 9 Mart 2010

    Umarım Taraf Gazetesi Telesiyej yazarı bu yazıya ulaşabilir ve okuyabilir ve de kendisinin Taraf Gazetesi Telesiyej köşesinde yatılı olduğunu anlayabilir. Bir köşeye telesiyej adı vermek bile yaratıcılığı engelleyebilir. Zira telesiyej sadece iki nokta arasında gidip gelen bir yapıdan ibarettir. Can Dündar'ın köşesinin Ada olması onun adada tek başına kalmasını sağlamış olması gibi.

    http://www.erenlp.com

     

TOP