konuk yazarlar

 

  • Kırklı Yaşlar Cahide Yormaz Öz yazısı

    Cahide Yormaz Öz Konuk Yazar YazısıKIRKLI YAŞLAR

    “Eyvah eyvah 40” dedi bir kadın yazar. Yine 40 lı bir hikaye yenilerde aynada çizgilerden korkmak gibi.  Kırklarda otuz gibi durduğumdan veya bu konuda endişe duymadığımdan hiç aklıma gelmemişti bu panikleme. Daha aynalarla derdimiz yoktu o zamanlar.

    Bin yıldı zaten..

    Dünyaya ayna tutuyordu beynimiz ve yüreğimiz hatta derbederdi çoğumuz. Çiçek çocuklar dediler. Çiçeklenmeliydi dünya. Çiçek sevgidir, barıştır umuttur bir bakıma. Kirli uzun sakallar, ayaklarda çarık benzeri kalıplar, kızlarda uzun renk renk etekler saçlar sereserpe en doğalından. İç dünyayı temiz tutmaktı önemli olan. Dünyayı kurtaracaktık harbiden. Savaşlar olmayacaktı. Savaşma seviş bile dediler de olmadı vakitler bu deyişe. Özgür düşünce, herkes eşit, herkes mutlu kimse kimsenin buyruğunda değil özgür ülke olacaktı. “Emperyalizme hayır diyorduk. Dövüldük, sövüldük, zindanlara atıldık astılar hatta bizi! Sonra parkamızı, hırkamızı müzeye, anılarımızı kağıtlara düşürdüler. 

    “Bitlendim ben Anne” dedi zindanda tarık Akan en azından bu eylem. Otuz kilo ağırlığında giren Mamak Cezaevi’ne altmış kilo çıktı tığ teber. Susanlar her zaman muteber.

    Yıkanmak bile lükstü oralarda kuru temizlemeye gidiyordu bedenler, yiğidim aslanım Uğur Mumcu güldürmüştü epey “Sakıncalı Piyadede”

    Kitap okurduk çokça yoktu öyle bol akçe. Ülkeyi borca batırıp tüketim olamazdı hakça.

    Linguistik, akustik, probiyotik ! bilmezdikte bilirdik nedir dialektik.

    Hayat bilgisiydi o, Felsefesi yaşamın, dengeler, çelişkiler bireysellik değildi dert. Toplumda faydalı fert olmak asıldı. Deniz de asıldı. Köpürttü dertleri söyledi gerçekleri gelsindi ip.

    İnsanlar tip tip kimi bana neci, şucu bucu, Ülkesini seven sağcı solcu kaçtın ipin ucu dolandı haksızlığın kemendi böldü düşünceyi.

    Yüzümüzde çizgi mi var en fazlasından annenin küçük alüminyum kapaklı pertev kremi var.

    Belki fakirdik ama yerliydik bunca gençlik güzellik meraklısı değildik. Yeşil sabunla yıkanır saçlar doğanın önemi var. Özgürdü ağaçlar. En azından onlar ölmüyorlardı o emperyal karmaşada.İşi ,aşı olmalı, kimse kimseye muhtaç bağımlı olmamalı. O üst akılları atarsan dünyadan nefes alırdı ülkeler. Araba, telefon neyin hiç akla glmezdi örneğin. Kırk yaş endişesi hiç konu değil.

    Kapitalizmle arttı söylemler, değişti ekonomik göstergeler daha fazla tüketim daha fazla pazar ol emperyallere , önce kadın baş malzeme. Bedenle ilgili muhabbetler, önce sıfır beden öldü Twigy zayıflıktan hadi biraz etlen dediler o ara. Sonra fitnesler, pilatesler, renk renk toplar, kıyafetler, salonlar, aletler, detokslar, botokslar, jeller, kremler. Boşuna öldü gençler! Hani o korkulan kırklara varmadan. İdeallerinden dolayı öldürülenler. Her yer oldu pazar. Emperyalizm tuzağına düşenler borç gırtlağa kadar. Bedenlerimiz, ilişkilerimiz , satılığa çıktı hatta aşklar. Ağalar, beyler her ürüne tarife var. Luis Vutton çantalar...Güzelliğe güç katan parçalar. 21 günde mutluluk reçeteleri kahkahalarla, evlilik tüyoları, entrikalar, paralı röportajlar. Valla birilerinin yalancısıym bilmem bu konuyu her halükarda pazar marketing derler ya içimize işledi bu ayar. Kanunlar bile değişti arttı tazminatlar. Değişti toplumlar, savaşlar hız kesmiyor gençlik malzemeleri kadar öldürecek silahlar imalatı da doludizgin.

    Sizce huzur buldu mu dünya?

    Ah çiçek çocuklar, bazen hipiler saf saf dünyayı değiştireceğini sanan romantikler..

    Otuzlu, kırklı yaşlarda bile hala dünyayı düşünen biz kalanlar şimdi yetmişlerde dede, nine bizde durur o romantik tohumlar biz hala değişemedik çocuklar sizlerden anıyız bu zamanda bu yaşlarda. Geldik diye korkmadık bu yaşlardan, bedenimizi öne atmadık hala düşünürüz dünyayı nasıl güzel olmalı yeni nesil umut çiçekleri açmalı savaşlar bitmeli, yabancılar bize hükmetmemeli.

    Aynalarla bir düşmanlığımız yok bu doğanın gerçeği. Bizi yıllar değil haksızlıklar, eşitsizlikler korkuttu, korkutuyor.

    Ve hala güzeliz. Kadın her yaşta güzel olabilir.Anne, anne olmadan, öğretmen, kariyerli eğiten seven kendi ve dünya ile barışık nesiller yetiştiren, üreten bireysellikten uzak, ülke, insan, hayvan mutlu olsun hala bu endişelerdeyiz.

    Fidanlar, çiçek çocuklar, Hüseyinler, Denizler, idealist Türkan Saylan gibi kadınlar sizlerin yaşı yok. İnsanlık için, özgürlük için, ülke için yaşamış ve ölenler için ki onlar ölü değildirler hala birer idealdirler. Onlar kırklarına varmadan kırk bin anı bırakanlar..

    Kusura bakmayın genç kadınlar

    Nedir bu endişe?

    Ne güzel yaşlardır bu bir bilseniz!

    Sevgilerle...

    Cahide Yormaz Öz

    16.6.2018

    İlgili linkler:

     

  • Niye Bu Kavgalar?

     

    Niye bu kavgalar? Dünya mı dar? Herkese çok yer var. Uçsuz bucaksız okyanuslar, dağlar, ormanlar, vadiler.

    Sürekli yeni keşfedilen gezegenler. Sonsuz evren. Ay, güneş, on iki burç zodyak... Onlar kendi yasalarında, ışık hızı, ses hızı mesafelerinde ahenkle devam ederken en hırçın bu dünya mıdır içindekilerle? Hepimize yer var bu evrende değil mi ki tanrı bizi göndermiş, bilsek bu ayrıcalığımızı, seçilmişliğimizi. Seçsek biz de barışı, sevgiyi. Bu evrenin anlamını test etmesek kavgalarla, savaşlarla. Petrol biterse güneş var ya! Bitmez enerji. Hepimiz büyük bir enerjinin parçaları değil miyiz? Bu büyük sonsuz enerjiyi niye kötüye kullanıyoruz? Tanrının sınavındadır insanlık. Bir ruh üflenmişse bize ve bir akıl verilmişse hediye bu hediyeyi sevgi ile açmalıyız. Neden hoyrat bir yoketme? Ya da verileni beğenmeme.

    Çöle vermiş bir kısmımızı. Suyun değerini bilelim diye. Buzlar ülkesinde aranan güneş, şanslı demişiz arada olana. Payımıza bu düşmüş aranacak bir bilgi var. Her gönderlenin bir değeri bir görevi var. Paylaşmaktır insanı insan yapan.

    Sıcakla soğuğu, yağmurla çölü, siyahla beyazı, var ile yoku, kuşun kanadında uçmayı, karınca misali yetinmeyi, yumurtayı, bal yapmayı nasıl vermişse tanrı onlara, aklını kullan demiş insana.

    Çöle yağmur yağdıralım hep birlikte.Yağmur ormanlarında arayalım güneşi, ısınmayı, üşümeyi paylaşalım kardeşçe. Yok etmeyelim börtü böceği, öldürmeyelim hiçbir canlıyı. Savaşlara harcadığımız emek ve parayı bölüşebilseydik eğer vadedilen cennet olmaz mıydı dünya?

    Gidilecek onca yer, tanınacak onca insan, onca doğanın renkleri, bunları, birbirini tanımadan, sevgiyi yaşatmadan bu dünyayı cennet yapmak varken, öldürmek niye...

    İnsanlar ölünce kim kazançlı çıkacak, daha mı çok yeşerecek ağaç daha mı mutlu olacak birileri?

    Sevgi, barış, bölüşmek insanlığın temeli ve en kolayı. Evrenin oluşumu uzun bir süre, bir bilinmez sonsuzlukta, insan ömrü, hatta tüm canlıların ömrü ne kadar bir düşünsek hele. Bir asır bile değil insan ömrü. Bir örümceğin bittiğinde ördüğü kafesi. Bu hepsi.

    Niye bu kavga? Kişisel hırslar, küçük hesaplar tarih dolu değil midir bir dolu örnekte? Kim kazanmıştır? İnsanlara kin, öfke, öç alma acı anılardan başka ne yazılmıştır tarihe? Savaş kaybettirir barış kazandırır. Savaşlar, sınırlar yakışmıyor yok edici bu manzara insana. Kimse büyük değil. Bir nokta bile değiliz bu evrende.

    Ahh ütopya, sana sığınırım her kavganın ardından.

    Tüm ülkeler bir olmuş, ahalisi bir aile. Gelinip gidiliyor sınır yok öylesine. Aile fertleri birbirlerini tanımak için sevgi seferleri düzenliyorlar. Dev ekranlarda birbirleri ile buluşma mesajları gönderiyorlar. Çiçeklerle karşılama. Aloha..

    Sevgi yarışı var. Seviler yarışıyor, terör, savaş, yoksulluk, öfke, kin unutulmuş bu kelimeler. Çocuklar kutsuyor bu dünyaya gelişlerini. Ne beden ne ruh tanıyor acı deneni. En barışçılar ipi göğüslüyorlar sevgi ile tutuyorlar hedefi.

    Mutluluk, huzur, bereket

    Müzik, resim, dans ne güzel hareket

    Alkış, alkış, alkışlar

    Sevgi ile geçiyor kışlar ve yıllar

    Yılmak yok, reel olmalı bu ütopya...

    Hayal hayal bu ya

    Gerçek olmalı

    Olmalıdır bu rüya

    Nasıl yaşanır bunca yıkım hayaller kurulmazsa...

    Sevgi ile barış ile....

    Cahide Yormaz Öz

    28.11.2015 miş...

     

     

  • Soyut Somut HİÇ

    cahideyormazöz, felsefe yazılarıBu dünyaya geldim geleli düşünür dururum geçmiş ve geleceği. Ne han var ne hamam hani derler ya ne ne torun ne torba. Sana ne kadın diyemedim işin gerçeği. Çocuklar kadınların eseri. İnsanoğlu, en mükemmel canlı demiş kendisine. İlk yalan, ilk kibir, ilk riya. Çıkmış bütün kötülükler bununla yola.

    Dünya güzelsin aslında. Doğa; dağ, taş, deniz ova, börtü böcek, kuş çiçek. Hepsi ayrı renk, ayrı rüya.

    İnsanoğlu çok tahripkar bırakmamış, yok etmiş binlerce canlıyı. Yaşamış bir ara mamut kalmış fosil taş kayada. Sonra birbirlerini yok etmişler savaşlarla. Yetmemiş dünya. Dünya dar artık insana.Bölük bölük insanlar. Tanrıyı ya da tanrıları bölüşememişler.Renkleri ayırmışlar. Oysa ilim, bilim, felsefe yani bilgi ve sanat yaşasaydı tüm insanlık bunlarla kanatlanacaklardı olmayacaktı ayrılık. Ortak akıl olmalıydı. Ama kimilerine uymamış bunlar uyanlara da yapışmış o ilk kibir, hırs DNA larına.Değişir durur insanoğlu dönerken dünya bitmez kavgalarda. Aralarda çıkmış birileri, barış demiş, kardeşlik demiş ölmüşler uğruna.Kimin umurunda. Rende çalışmış durmadan. Kim iyi bir fikir önermiş, çalışmışsa çalışmış hızar, çalışmış doğrama. İnsanlık paramparça.

    Duygu da varmış insanda ama ruhlara girmiş kuytu kıyılarda. İyi duygular, kötü duygular ya da yok hükmünde uygulamalar. Vicdan mesela. Var mıdır her yaratılanda.Görülmez, tutulmaz ama hep aranmakta. Kalpte mi beyinde mi? Olmalı bir yerde. İnsanın insana ya da başka bir canlıya zulmü varsa vicdansız deriz. İyilikler melek formunda. Soyut ama somut sonuçlarda.
    Ve sanat edebiyat. Kelimeler, sözcükler ne dersek diyelim vazgeçilmezlerimiz. Bir kelime ile dünya değişir bir kelime ile yıkıntılarda. Cehennem deriz yine soyutlamalarda. Cennet midir mesela dünya aşık olduğunda ya da terk edildiğinde, kırıldığında, küstüğünde, bir yakınını kaybettiğinde cehennem mi başlar yüreğinde.

    Dünya ya gelmek bir ödül ise, yaşamak bedel ödeme bence. Zor iş sevmek, sevilmek, aşk, savaş, yoksulluk, hastalıklar, barış için bunca kavga dünyayı kana bulama. Doğayı çokça yok edip rahat yaşama uğruna köprüler, barajlar, yollar, gökdelenler yaptık. Sonra hep tükettik. Yine tükettik, daha fazla konfor daha fazla tüketim. Otomobiller, araçlar, gereçler sonra geniş yollarda metal hakimiyeti, egzos gazları, zararlı gazlar, hastalıklar, nefes alamamak, bunalım kavgalar yok çiçekli tarlalar, kapatıldı dereler, kum oldu dağlar, kirlendi sular, güvensizlikler. Sonra başlıyor tapmalar. Eşyaya tapma, paraya tapma, paralıya tapma, tapınaklar, yeni tanrılar, tanrıların arabaları, köleler, satıcılar, alıcılar.Gidiciler, kalıcılar. Bu arada insandan korkup kaçan duygular. Makine insanlar. Ellerinde bilgisayarlar.Makine artı makine yaşamlar. Bu arada henüz dygularını yitirmemiş nesli tükenmekte insanlar. Ve mutsuzluklar..

    Yazanlar, çizenler. Hala bir şiirle dünyaya insana seslenenler.Alay edilenler. Şair adam ! şair kadın yok mu yok! Kadınlar gerçekçi. İyi bir koca iyi eser.eser mi? Eser..

    Övünenler, dövünenler tabii bir de dövülenler olsun..!

    “Bir bahar akşamı rastladım size
    Neden başınızı öne eğdiniz
    Daha önceleri neredeydiniz?”
    Diyen kibar şair adamlar. Hüzünlü şarkılar.

    Cüzzam varmış bir zamanlar, dökülen yaralar.Var mı buna şarkı yapan?
    Hüzzam faslı yaralar.

    Boşver karın doyurmaz şarkılar. Kimin arabasına binersen onun türküsünü söyle özdeyişler.
    Oysa Türküler öyle özel. Yanık, ağıtlı ağır duygular Hafifide var duygu var duygu var.

    O soyut vicdan, ruh duygulara elbisedir sanat.

    Bir kemanın telinde ses, bir kelime bir cümlede aşk olur, nefes. Bir resimde ya da suya bir nakışta duygular bir akıştadır, yontuda taş sessizce konuşur. Anlamanı bekler öyle durur sabırla.

    Sanat sabırmıdır aynı zamanda.

    Tüm duyarsızlıklara bir sorudur sanat.

    Sanat kimse için değildir.Toplum için değildir kendiliğinden çıkar ortaya alan alır, seven sever, sevmeyen görmez, okumaz, bakmaz. Yorumlar muhtelif. Tartışmaya gerek yok. Duygular kelime ile şiir şarkılar
    olur heykel ya da heykel taş. Taştan duygular sessizce. Duygusuzluklarla eş olur. Her ikisi de taş gibidir. Varsa da taştır yoksa da taştır. Taş gibi vicdandır.

    Acı çekmek duygudur. Acı çekmiyorsan duygu yoktur. Hissedilen yoktur. Burada bir paradoks var.Sonuçta sessiz taşlar gibiyiz. Ancak bir heykele dokunabilirsin bir ses alırsın. Duygu yoksa, emek yoksa, vicdan yoksa yoksun. Yoklar yoktur.
    Hiç bir şeye benzemiyor diyorsak HİÇ bir şeydir. Yine de birşeyler yapmalıyız. Hiç bile olsa. Hiç bile olsak hepimiz hiç olacağız. Hiçler hiç bir şeye benzemesede hiçler bırakmak yine de güzeldir.Bir kitap, bir beste, bir yontu belki birileri bir zaman bunu biri yapmış, bestelemiş, yontmuş diyebilecektir.

    Hiç olduktan sonra hiç bir şey olabilirsiniz. Hiç kimse onu anlamamış, tanımamış diyecek birilerine birileri hiç selam bırakmaz mı?

    Gelmiş, geçmiş, yazmış, çizmişlere selam deriz derlerse bizde bir selam göndeririz.
    Geldik gideceğiz. Kırdık, kırıldık belki üzdük çokça üzüldük. Dünyaya çocuk getirmedik sorumluluğumuz yok demedik.Herkes bu yaşamda karşılaşacak zorluklarla aşk, meşk, mutluluk, görevler ya yazılmış bir programda ya da boş kalmış adındaki levha. Roman, şiir, sanat verilmiş sana onlarla ruhunu rahatlatsana.

    Sanat ruhun arınması, ütopik karması ama güzel ama değil. Her şey göreceli.İnsanoğlu doğuştan yaralı. Dünya terapi durağı ya iyisin ya kötü. İyileşirsen ne mutlu iyileşemezsen geçmiş olsun.

    Geçmiş, gelecek dünya bu bir gün o’da dönmeyecek. Galaksi de yorulacak.
    Yeniden boşluk, boşluk boşluk...

    Geldik bu dünyaya bir ara sordular mı bize sormadılar mı bu hala muamma. İnsanoğlu gibi çözülemez. Kendisini bilmezken tanımazken kendi sesin yabancıysa sana bunu anlasana ey ruh.

    Ey duygular karışıklığa devam soyut, somut, ilüzyon yaşam

    Hiçliğe selam
    Sürçü lisan ettiysek affola
    İnsanlık bu ya...
    Eyvallah..

    8.11.2016 hiç önemi yok.
    Cahide Yormaz Öz

     

TOP