doğan cüceloğlu

 

  • Bir Kishileaks yazısı daha Üstün Dökmen Kişisel Gelişim Dergisi Röportajı

    Üstün Dökmen Kişisel Gelişim dergisi röportajıÜstün Dökmen

    Aslında Kishileaks yazıları çok önceden yazılmaya başlanmış. Üstün Dökmen Yazısı da bunlardan biri. Kişisel Gelişim Dergisinde Kasım 2005'te yaptığı röportajın detaylı olarak incelemesinı aşağıda okuyacaksınız. Üstün Dökmen, öğrencisi olduğu Doğan Cüceloğlu gibi kişisel gelişimde önemli bir isim. Televizyon programları, yazdıkları kitaplar, verdikleri seminerlerle önemli bilgiler aktarıyorlar topluma. Ancak anlattıklarına dikkatli olarak bakılırsa "hayır" kelimesini göremiyoruz, söylediklerinde ve yazdıklarında. Karşı tarafı anlayın, ona göre davranın mesajları sürekli olarak veriliyor. Tabii ki karşı tarafı anlamamız önemli ama bu bizim tavır göstermemizi engelliyorsa, "yönetilmemiz" kolaylaşıyor. Yazıyı okuduğunuzda, hem bir yalnızlık ve hem de bu söylemlerin nedenini öğreneceksiniz, kishileaks açısından ve kendi söyledikleri ile. Tıpkı ayın görünen ve görünmeyen yüzü gibi.

     

  • Doğan Cüceloğlu Ölümle Değişim Hıncal Uluç ve Yorumlar

    ahmet hincal

    Hıncal Uluç Doğan Cüceloğlu

    Hıncal Uluç köşesinde yazılan yazı ders verir nitelikte. Ama alınması gereken ders, düşündüğünüz ders değil.  Yazıyı okuduğunuzda daha detaylı olarak anlamanız sağlanacaktır. Hıncal Uluç sarsıcı yazılar yazar,  herkesi sarsmaya çalışır.  Sebebini yazının sonundaki Hıncal Defne ve Deprem linkinden okuyabilirsiniz.


    Doğan Cüceloğlu'nun Anlattıkları

    Ölümü düşünmeden yaşamak güzel de.. Ünlü anekdottur..
    - Yaşamınızın son saati olduğunu bilseniz, kimi arardınız?..
    - ??????
    - Peki ne duruyorsunuz o zaman?..

    Zeynep Saçkırk

    Zeynep Saçkırk'ın yolladığı satırları okurken aklıma geldi birden.. Zeynep kendi notlarını mı yollamış, internetten mi derlemiş, ya da Cüceloğlu'nun kitaplarından da nakletmiş, bilmiyorum.. Ama önemli..Ölümle çok iç içe yaşadığım bu günlerde, yaşamı nasıl durmadan, nasıl anlamsızca ertelediğimizi bir daha düşündüm.. Sonra dedim ki..

    "Bu Cüceloğlu'nu mümkün olduğu kadar fazla insan okumalı.. İşin bana düşen kısmı, bana gönderilen notu, size nakletmek..

    Hıncal Uluç'un yazısı böyle başlıyordu. Bir pazar sabahı bir gazete köşesinde bu yazıyı görmek gerçekten üzücü. Zira pazar günleri sabahı insanlar için keyif aldıkları bir zaman. Uzun kahvaltı, yavaş dokunuşlar ve sohbet, televizyonda br kovboy filmi seyretmek ve Hıncal Uluç'un yazısı. Yazının devamında ise Doğan Cüceloğlu'nun bir seminerde anlattıkları. Bunları okuduğunuzda ayarınızın ve keyfinizin bozulması sonucunu ortaya çıkarabilir, pazar günü sabahı.

    Doğan Cüceloğlu'nu tanıyoruz. Kişisel gelişimin Türkiye'deki öncülerinden biri. Aşağıda anlattıkları ise artık Kişisel Gelişiminden vazgeçip bir tarikat şeyhinin söylediklerine yakın şeyler söylemeye başlaması artık yaşlandığını ve ölümü düşünmeye başladığını gösteriyor. Daha öncesinde tavır koymak ve hayır demek konusunda hiçbir şey söyleyemeyen Doğan Cüceloğlu şimdi ise kişilere ölümü düşündürterek bilgi aktardığı kişilerin daha kolay yönetilmesini da sağlamaya çalışıyor. Bu anlamda kendisine Yaşam koçu yerine Öbür Dünya koçu diyebiliriz.

    Peki, Hıncal Uluç bu yazıyı neden köşesine almıştır. Bunu almasının nedeni kendisinin de ölümü düşünmeye başlaması olabilir ya da insanlara ölümü düşündürterek tavır koymalarını engellemeye çalışması olabilir. Ancak kendisi için şanssızlık olduğunu söyleyebiliriz.

    Katılımcılarla Konuşma

    Doğan Cüceloğlu'nun konuşmasını aşağıdaki şekilde vermiş Hıncal Uluç. Yazının altına da bir yorum eklememiş.

    Doğan Cüceloğlu'nun eğitimindeki katılımcılarla bir konuşmasından:

    Doğan Cüceloğlu: Arkadaşlar, aranızda ölümcül hastalığı olan var mı? 

    Bir katılımcı: Allah'a şükür, hocam, bildiğimiz kadarıyla yok. 

    Cüceloğlu: Ne güzel! Peki, bana, istisnasız tüm insanların, yani altı milyar insanın da başına geleceği garanti bir şey söyler misiniz?

    Cevap neredeyse otomatik olarak çıkar: Ölüm.

    Cüceloğlu: Gerçekten de ölüm tüm insanların başına geleceği kaçınılmaz olan tek şeydir. Doğum da tüm insanların başına kesinlikle gelmiştir, ama bundan sonra başa gelmesi kesin olan tek şey ölümdür. Başka hiçbir şey insanların tümünün başına gelmeyecektir. Peki, madem öleceğimiz garanti, bu benim ölümcül bir hastalığım olduğunu göstermez mi?

    Katılımcılar burada sessizce, başlarıyla onaylamaya başlar. Öleceğim belli ise benim ölümcül bir hastalığım olduğu da açıktır...

    Cüceloğlu: Peki, ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz?

    Katılımcılar: Hayır

    Cüceloğlu: Bu saniye içinde olma olasılığı var mı?

    Bir katılımcı: Var. 

    Cüceloğlu: Yarın?

    Bir katılımcı: Evet. 

    Cüceloğlu: 30 yıl sonra?

    Bir katılımcı: Olabilir. 

    Cüceloğlu: Peki bunlardan hangisinin sizin başınıza geleceğini biliyor musunuz? Mesela bu akşam eve sağ salim varacağınızı nereden biliyorsunuz?

    Sınıf sessizce dinlemeye devam eder. Çünkü genellikle yaşama böyle bakmamışlardır.
    Cüceloğlu: Peki bir de tersini düşünelim, bu akşam eve döndüğünüzde, bu sabah evden çıkarken sağ salim bıraktıklarınızı sağ bulma garantiniz nedir? Var mıdır böyle bir garanti? 

    Bir katılımcı: Yoktur Hocam. 

    Cüceloğlu: Peki nereden biliyoruz az sonra telefonun çalmayacağını ve evdekilerden birinin az önce öldüğünün bize söylenmeyeceğini?

    Katılımcılar burada rahatsız olmaya başlar.

    Bir katılımcı: Hocam konuyu değiştirsek? 

    Cüceloğlu: Ama en yalın ve açık gerçek üzerine konuşuyoruz, biraz daha devam edelim bence. Peki, acaba bunu dün gece bilseydiniz, yani evde akşam birlikte olduğunuz kişilerden birinin yarın ölüm günü olduğunu bilseydiniz, o zamanı aynı dün gece olduğu biçimde mi geçirirdiniz? Yoksa farklı şeyler mi yapardınız?

    Bir katılımcı: Kesinlikle çok farklı geçerdi Hocam. 

    Cüceloğlu: Şimdi sizden rica ediyorum, lütfen bir an arkanıza yaslanın, gözlerinizi kapatın ve bu sabah evden çıkarken evde bıraktıklarınızdan birinin gerçekten öleceğini düşünün, dün akşamınızı nasıl geçirirdiniz? Aynı iletişim mi olurdu? Onunla aynı konuları mı konuşurdunuz? Aynı konular, tartışma ya da gerginlik yaratır mıydı? Yoksa önemsiz hale mi gelirdi? Bu sabah evden çıkarken, bu son görüşünüzde ona ne derdiniz? Onun boynuna sarılmakta tereddüt eder miydiniz? Çok sıkı sarılmaya mı, aynaya mı vakit ayırırdınız? Ona, yüreğinizin derininden gelen bir "Seni gerçekten çok seviyorum" demeye ne gerek var diye düşünür müydünüz? Onun ölecek olması sizin ona duyduğunuz sevgiyi yoğunlaştırmaz mıydı?

    Burada bazı katılımcılar ağlıyordur. Belli ki dün akşam yaptıklarından bir kısmının ne kadar anlamsız olduğunu şimdi fark etmişlerdir.

    Cüceloğlu: Şimdi gözlerinizi açabilirsiniz, acaba kaç tartışmamızı bu kadar gereksiz biçimlerde yapıyoruz, kaçı gerçekten yaşamda karşımızdakinin varlığından daha önemli, hangilerinde "Şimdi kalbini kırdım, ama zaman içinde ben ondan özür dilemesini bilirim" diye kendi kabuğumuza çekilip tartışmaları donduruyoruz. Yarattığımız kırgınlıkları tamir etme olanağımız gerçekten var mı? Buna zamanımız gerçekten kaldı mı?

    Ölümle Değişim ve Tarikat Şeyhleri

    Bu yazılanları okuduğunuzda kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Herhalde katılımcılarla aynı duyguları yaşayıp kendinizi rahatsız hissetmenizin normal olduğunu söylenebilir. Ancak anlatılanların ortaya çıkaracağı sonuç Doğan Cüceloğlu'nun anlattıklarından çok uzak noktalara ulaşacaktır. Böylece kişiler kendilerini kötü hissedecekler, evde bıraktıklarının her an öleceklerini düşünecekler, tavır koymaları veya hayır demeleri gereken yerde "ölebilir" diye düşünerek tepki göstermekten vazgeçeceklerdir. Dahası her an ölebilirim diye düşünmeye başlayıp büyük ölçüde pasifleşmeye başlayıp bir müddet sonra ölüm korkusu duymaktan ötürü hiçbir şey yapamaz hale gelecekledir.

    Bunun adına kötünün kötü ile tedavi edilmeye çalışılması diyebiliriz. Kötünün kötü ile tedavisi olmaz, olursa bile sonuç daha kötü olacaktır, normal olarak. Kanser hastalığını yaşayan birine daha kötü bir hastalığı örnek vererek onu rahatlatmaya çalışmanın hiçbir yararı olmadığı gibi onun söylenen hastalığı da düşünmeye başlaması sağlanacak ve o hastalığın da kendisinde çıkma ihtimali ortaya çıkacaktır. Bir tarikat şeyhinin söyleminin bir psikoloji profesörünün dilinden aktarılması bana oldulça ilginç gelmektedir. Çok sayıda kardeşini kaybeden kişinin, belki de kardeşleri için yapamadıklarını da sorgulaması anlamına gelebilir, bu  anlatım modeli. 

    Bütün bunlar Doğan Cüceloğlu'ndaki gelişim sürecin sona erdiğini anlatmaktadır. Bu noktadan itibaren ne kendisine ve nede başkalarına katkıda bulunması zor hale gelecektir. Bir seminerinden sonra sorulan bir soruya vermesi gereken cevap yerine anlattığı hikaya dikkate değer.

    Doğan Cüceloğlu'na bir  seminer sonrasında bir kişi şu soruyu sorar. "Doğan Bey, neden 6 ay Türkiye'de 6 ay Amerika'da yaşıyorsunuz? Türkiye'de neden sürekli yaşamıyorsunuz?" Doğan Cüceloğlu "ben cevap yerine size bir hikaye anlatayım" der ve anlatmaya başlar.

    "Köyde yaşayan uyuz bir köpeğe hiç kimse bakmaz ve köpeğin de uyuzu giderek artarmış. Köpeğe hiç kimse de dikkat etmezmiş. Bir gün bu köye bir Amerika'lı aile gelir, yerleşir. Yerleştikten sonra uyuz köpeği görürler ve bakmaya başlarlar. Günler geçtikçe köpeğin uyuzları kaybolur, tüyleri parlar, normal kilosuna kavuşur. Köpek güzelleşmektedir ve köylüler de köpeğin ne kadar güzel bir köpek olduğunu anlarlar.

    Amerika'lı aile köyden ayrılacaklardır ve köpeği de birlikte götürmek isterler. Fakat köylüler güzelleşen köpeğin götürülmesine izin vermezler. Amerikalı aile köyü terkeder ve köpek kalır. Bir kaç ay sonra köpek zayıf, uyuz ve yaralı haline geri döner. Doğan Cüceloğlu kendisini dinleyen bir kaç kişiye bakar ve "İşte ben bu yüzden Türkiye'de sürekli yaşamak istemiyorum" der."

    Kendisi için böyle bir metaforik hikaye anlatabilen bir kişisel gelişimcinin Türkiye'de sürekli yaşamaya başladıktan sonra yukarıdaki ölümlü cümleleri dinleyenlerine söylemesi çok da anormal değil. Daha fazla da bir yorum yapmanın gereksiz olduğunu düşinüyorum.

    Cengiz Eren

    NLP Uzmanı ve Eğitmeni

    http://www.erenlp.com

    İlgili Linkler:

     

     

  • Learned Helplessness =? Öğrenilmiş Çaresizlik

    Kavramların Yanlış Tercümesi ve sonuçları

     Martin Seligman’in 1965’li yıllarda yaptığı deneyler sonucunda ortaya çıkan bir kavram “Learned Helplessness”. Deney Pavlovıdeneylerini tekrarlamak isteyen Selinger’in, deney sırasındaki köpek davranışlarını gözlemlemlenirken deneyin yön değiştirmesi sonucunda kelimelendiriliyor. Bu duruma da kelimelendirilmiş deneyimlilik denebilir.

    Köpek Deneyleri

    Gruplara ayrılan köpekler farklı uyaranlarla uyarılır ve deney sonucunda davranışlar arasında bağlantılar kurulur. Daha sonra da uzun yıllar kavram üzerinde değişiklikler yapılır. Bu kavramın ortaya çıkardığı sonuç şudur. Köpek davranışları öğrendiklerine bağlı değişmektedir. Ancak köpek davranışları ile köpekten çok daha gelişmiş olan insan davranışlarını açıklama çok kolay olmasa gerektir. Psikologların bunu yapmasının nedeni ise daha garip. İnsanın nasıl yönetilebileceğini görmek ve göstermek.

    Kavramların Türkçe'ye  Tercümesi

    Yazının konusu bu deney değil kavram ve kavramın Türkçe’ye tercüme edilmesindeki hataların ortaya çıkardığı sonuçlardır.  Google’da “öğrenilmiş çaresizlik” yazıldığında 2001 yılı tarihli bir yazının linki ilk sırada çıkmaktadır.

    Learned Helplessness

    Learned Helplessness kavramı yardım alamamakla ilgilidir. Öyle ki yardım alınabileceğinin de farkında olmamayı ifade etmektedir. Martin Seligman psikolog’dur. Bu kavramı kullanarak kişilerin yardım alabileceklerinin farkına varılmasını sağlamaya çalışmaktadır. Kişiler bunun farkına vardıklarında yardım alabilecek durumu da öğrenebilecekler ve müşteri haline gelebilecek ve yardım alabileceklerdir.

     Öğrenilmiş Çaresizlik

    Ancak bu kavram Türkçe’ye tercüme edilirken “Öğrenilmiş Çaresizlik” kelimeleri kullanılmıştır. İngilizce’sinde sadece yardım içeriği var iken, Türkçe’de çare kelimesi olumsuzluk eki ile birlikte kullanılmaktadır.  Fiil kullanımı ise ilkinde etken iken, Türkçe’de edilgen hale dönüştürülmüştür. Böylece bu iki farklı kullanım kavramın anlamını çok farklı noktalara taşımaktadır. Fiildeki zaman ise di’li geçmiş iken Türkçe’de miş’li geçmiş zaman kullanılmaktadır.

     Bu sebeplerden kavramın bütünü ile yanlış olduğu ifade edilebilir. Zira kavramdaki bilgi çaresizlik içeriği olarak aktarılmaktadır. Bunun ise farkında olunmadan geçmiş zamanda ve bir başkası gibi olarak “öğrenilmiş” olduğu da ifade edilerek, farkında olmadan bir rahatlama da sağlanmaktadır.

    Batsın Bu Dünya

    Orhan Gencebay’ın “Batsın Bu dünya” şarkısı da benzer bir sonucu ortaya çıkarmaktadır. Yaşadıklarını beğenmeyen ama şartlarını değiştirmek için de herhangi bir çaba göstermeyen kişiler, Gencebay’ın şarkısını duyduklarında, onlar da “batsın bu dünya “ diyerek rahatlamakta ve eş zamanlı olarak da pasifleşmektedirler. Yukarıdaki kavramı da öğrenen kişiler farkında olmadan “ben çaresizliği öğrenmişim, bu yüzden bir şey yapamıyorum” şeklinde rahatlayacaklardır, hem de farkında olmadan. 

     Bu durumu değiştirmek için çaba sarfetseler bile, çaresizlik içeriğinde kalınabileceği istenen sonuca ulaşmaları zorlaşacaktır ve hatta daha ileri giderek “çaresiz” kalabilecekleri yeni bir sonucu da elde etmiş olacaklardır.

    İnner Child İçimizdeki Çocuk

    Milliyet Cumartesi ekindeki yazımı yazarken aktarmak istediklerim bunlardı. Ancak daha önce de Türkçe tercümesi yanlış olan kavramlar sadece “öğrenilmiş çaresizlik” değildir. “İnner Child” kavramı da “İçimizdeki çocuk” olarak tercüme edilmiş ve yanlış tercüme, öyle olmadığı halde “içimizdeki trafik canavarına” kadar ulaşmıştır. İçimizdeki Çocuk’un bizden ayrışmış olduğunu ifade eden bu aktarımı yapanlar, farkında olmadan ayrışmışlar ve kendi anlatmak istediklerini artık “Arif Bey”e “söyletmektedirler. Arif olan anlar’dan yola çıkılarak kullanılan bu aktarım modeli, ne bu aktarımı yapan kişiye ve ne de bu bilgileri okuyan kişiye yarar sağlamayacaktır.

     Inner Child olsa olsa çocukluk tavrını ve kullanılmayan çocukluk tavrının değişim ve gelişim süreçlerini etkileyebileceğini anlatmak istiyor olabilir. Çocukluk tavrımız gerçekten kolay öğrendiğimiz, kolayca gülebildiğimiz durumları için kullanılabilir. Özellikle spor yaparken ve ciddiye almadığımız içeriklerde bu tavrı kullanmaktayız ve öğrenme sürecimiz inanılmaz şekilde hızlanmaktadır.

     Daha da ileri giderek “Ben içimdeki çocuğu öldürmedim” diyenlerin de olduğunu görebiliyoruz. Böylece çocukluk tavrını kullanamayan kişilerin kendilerini katil gibi hissetmelerini  sağlayan bir başka sonucu ortaya çıkmaktadır.

    İnsan çaresiz değil doğal olarak, Türk toplumu en çaresiz dönemlerinde Kurtuluş savaş’ını kazanabilmiştir. Ancak Kişisel Kurtuluş savaşı, hayatın savaş olarak algılanmasını sağlayacak, kişilerin yaşama sevinçlerini azaltacak ve sonuçta  savaşın kaybedilmesini sağlayacaktır. Bu metaforu kullananlar kimler ise, onların da kendi kişisel kurtuluş savaşlarını kaybedeceği kolaylıkla söylenebilir. Kazansalar bile hayat onlar için bir savaş olarak devam edecektir.

    Başarısız Olmamak için Başarısız Olmak

    Kişiler başarısız olduklarında başarısızlığı öğrenebilmekte ve bunu farkında olmadan yapmaya devam etmektedirler. Değişmesi gereken benzer veya farklı içerikte istenilen sonuca ulaşmak bu yapıyı kolaylıkla ortadan kaldırabilmektedir. Kaybetmeyi öğrenebilen bir kişi kolaylıkla kazanmayı öğrenebilir. Çare, Çaresiz, Çaresizsiniz, Çare Sizsiniz gibi hem yaratıcı olmayan ve hem de çaresizliği beynimize yerleştiren kavramlardan mümkün olduğu kadar uzak durmamız gerekiyor ve daha önemlisi sonuçlarının da farkında olarak.

     Son olarak ise şu söylenebilir. “Bugüne kadar ulaştığınız sonuçların hepsi ama başarılı olsun, başarısız olsun,  hepsi “istediğiniz sonuçlardı”, farkında olmadan ama bilerek ulaştığınız.”

    Cengiz Eren

    NLP Uzmanı ve Eğitmeni

    http://www.erenlp.com   

    NLP ve Zihinsel Detoks Köşe Yazısı

    Geçmişi Maziye Gönderen Program: NLP İle Zihinsel Detoks

    Yazar gözü ile Zihinsel Detoks

    Kişisel NLP Semineri ve Zihinsel Detoks

     

     

TOP