cahideyormaz

 

  • AYSEL Yazan Cahide Yormaz Öz

    AYSEL
    Fincancı katırları çın çın, nal seslerinde hırçın. Leylim leylim lal oldu dilim. Laleli
    semtinde minik bir evim. Haskovo’dan gelmiş ceddim. Gül kokarmış eski yerim. Laleli
    çekmiş gülün kokusunu derim.

    Yerleşilmiş yurt edinilmiş gurbetim. Ana, baba, teyze, kardeşler. Hısım akraba
    çevrede. Teyzenin çeyizleri kalmış sandıkta. Alman kurt havlamada. Ona da yapılmış bir
    koliba. Gel zaman git zaman kardeşler okumada. Siz okuyacaksınız köftecilik yapmak yok
    size. Çok kokar soğan sarımsak. Öldüğümüzde yaparsınız helvayı. Ateşler sarmadan bacayı
    bitsin demiş mektepler. Baba ne derse o olur. Böyle biline.

    Kız kardeş avukat olur. Bulur erkenden bir Boşnak. Yedi sene yeşil mürekkepli
    mektuplar saklanır evde, abla sırrına ortak. Yoktur onun sevgilisi ne yapsak.
    Onun da sırrı vardır bilmezler. Yerli arabanın bile ayrıcalık olduğu seneler. Genç bir
    adam otuz yaşlarında Aysel otuz üzeri. Bu hep böyle Aysel’in kaderi. O yaşta daha yeni
    öpüşmüştü Aysel, şaşmıştı genç adam, çekti ilgisini onun flört gibi bir oyun. Soğuktu
    Bulgarya, geçmişti ülkesinden bünyesine o hava. Her neyse daha özgürlük edebiyatı herkesin
    haddi değildi. Bir yerlerde yemek yendi. Sonra genç adam “hadi bize gidelim” dedi. “Niye?”
    dedi Aysel, şaşkınca baktı adama. Sadece uyuyalım dedi ona. Ne diyordu bu adam. Onu
    beğeniyorum ama bu kadar hatta âşık oluyorum sanırım ama ilerisi yok. Bulutlar çok. “Beni
    evime bırak” dedi Aysel ona. Çevirdi rotayı adam kızgınca tartışma büyümüş çirkinleşmişti
    hatta konuşma “Sen hastasın kızım hala bir cinsellik yaşamaman anormal bunu bil ha. “Ben
    hasta değilim üstelik tıp okuyorum, önce seni iyileştirmem gerek. Seks manyağı mısın
    yoksa?” “Ben hasta değilim iradeliyim hormonlarım kontrollüdür hemen durdur arabayı
    ineceğim” dedi. Zınk diye durdu o da. Oysa akşam karanlığında sokakta kalmayı sevmez hatta
    ürperirdi. İstanbul şehrinde taksiye bile binmek zordu bu vakit caddeden binen bir kız. O
    zamanlar herkese hesap verilir. Aile, komşu, bakkal hatta sokaktaki adama. Hiç tanımadığın
    biri “yavrum nereden..” diye sorabilirdi. Arabadan indiğinde bir bozacı geçiyordu oradan.
    Ona güvendi birden. Arabanın birden durması gibi kız da durdurdu sevmeyi, âşık olmayı
    garip bir biçimde. Oysa yürekte başlamalıydı aşk sonra beyinde en son tende. Duygular
    buluşmalıydı önce. Bozacının gölgesi ona güvence.

    Kontrol mekanizmasını kullanmak niye hastalık olsundu. Önce güven doğmalıydı.
    Üstelik çok sağlıklı idi. Kadındı ve sevmeye açıktı. Hayatında en önemli şey sanat ve dünyayı
    tanımak. Onun içinde okumak vardı. Dünyada aşk da vardı ama acılar da vardı. Üretmek,
    yardım etmek esastı. Tıp tahsili bitti. Almanya’da kaldı. Kaç yıl geçti hayatında sadece aşk
    yoktu.

    Haskovo’dan gelen aile artık tanınmıştı. Kök salmaya başlamıştı. Baba GURBET
    köftecisi oldu. Kaşarlı köftelerini tel tel irmik helvasını çok sevdiler. Ünlendi. Yedirdiler,
    içirdiler, tutundular yerlerine. Meslek edindi gençler. Sarı kırmızı takımda ünlendi hatta
    sarıkafa oğlan. Sonra ters göçe Almanya’ya savruldu. Alman kadınlar bir- iki derken her biri
    bir yöne dağıldılar. Büyükler sonsuza göç etmeden baba, kızı evlensin istiyordu. Teyzenin
    çeyiz sandığı kızlara açıldı.

    Doktorluk kutsal meslekti. İyi bir çocuk doktoru oldu Aysel. Haftanın iki gününü
    yoksul mahallenin çocuklarına ayırdı. Tabii tüm kadınlar sadece o günler muayenehaneye
    gittiler. Çok kazanamadı. Olsun manevi kazanç önemliydi. Sonra yoruldu emekli etti
    kendisini. Tam artık yorgunum derken kısmet çıktı bir yerden! Armudun sapı, üzümün çöpü,
    uyuyalım diyen öcü derken tek başına kalmaktan korkmuştu… Getirdikleri efendi adamdı
    görünüşte yoldaş olsun son tahlilde. Duvaksız gelinlik giydi. Utanmıştı bu yaşta gelin mi
    olunur! Baba üzülmüştü, onun hatırına etekleri tüylü bir elbisemsi gelinlik giydi. Kimseyi
    kırmak istemezdi kızı, ama bir anda da yorgan yakan deliydi hemde yani tanırdı kızını.
    Yanmasındı yorgan varsın duvaksız olsundu gelinlik dedi baba. Ne çok istemişti okul bitince
    evlensin kızı vakitlice. Öteki okulu bitirmeden gitti Boşnağın peşine. Neyse damat söz verdi
    bitirtecekti okulu. Ama Aysel’de yoktu ya niyet ya cesaret.

    Kısmet geldi ama ne kısmet adı Hikmet.
    Beyoğlu Evlendirme dairesinde kıyıldı nikah. Emirgan çay bahçesine gidildi.
    Tebrikler dediler kuru kuru, içtiler ıslak çayı herkes evine. Aysel bir yabancı ile yeni hayatına
    gittiler.

    Aracılı evliliklerdeki izdüşümsüz gündelikler. Çarşı Pazar, kadına ikide bir ayar nasıl
    pişsin enginar. Etli mi olacak zeytinyağlı mı kabak. Mesele bu ya Hamlet, tabii sabret Aysel
    sabret.

    Resim de yapıyordu Aysel suluboya pastel, karakalem enteresan. Koca almış ona lütuf
    fonundan bir dolu boya, güzel güzel yaparken kırmızıya boyanır mı papatya?
    Devam etti bir süre. Koca bey rahatsız oldu boyadan. İkinci el bir araba aldılar
    düştüler yollara.

    Dubrovnik’de lastik patladı. Tamir vakit aldı. Bindiler gemiye, elinde yelpaze,
    uyudular sabaha kadar. Yağmurla karşıladı onları Ancona.

    Aysel iç geçirdi ah dönebilsem anama. Ne vardı bu vakitten sonra varacak bir adama.
    Biraz pişmanlık, biraz isyan, biraz kabullenme derken anlamadı nasıl geçti seneler.
    Üretmeden tüketmek, tükenmek… Birlikte ne bir paylaşım ne bir yerleşim ne sarılacak
    ibrişim. Tuval ve boyalar atıldı. İkinci el araba satıldı. Çoktan yemek içmeye dalmıştı her an.
    Canım deniz kenarında çay içmek istiyor diyordu. Çok sevmiyordu sokağı koca.
    Köfteci babadan kalan miras dursun da bankada biraz. Tatlı niyetine kiraz.
    Herkesin bir planı var. Plansız olur muydu Hikmet!

    Aysel artık günleri şaşırıyordu. Unutuyordu bir şeyleri. Huylandı adam. “Hadi sokağa
    çıkalım” dedi karısına. Garibim çok sevindi o ara. “Önce bankaya uğrayalım, sen hesap
    müşterek olacak” diyeceksin diye ezberletti ona cümleyi. Sevindi Aysel ezberi doğru etti
    hemen. Atıldı imzalar ne var ne yok geçirdi üzerine Hikmet o meblağı, berkemaldi saadet.
    Ne yediğini de unuttu Aysel. Kocası tüm malını almış bir yakınına devretmiş.
    Alzheimerli Aysel ne yapacaktı parayı? Öldü ayında adam. Aysel ve Alzheimer kaldılar baş
    başa. Adamın eve almadığı Aysel’in yeğeni yetişti imdadına.
    “BOZA İSTEDİ CANIM” dedi Aysel.

    Ne koca
    Ne bozacı duymadı Aysel’i
    Biraz umut biter bu yeknesaklık dedi içinden Aysel.
    Hatırladı nasılsa bir anıyı. Arada bir sayfa açılıyordu eskilerden de yeniler gelmiyordu önüne.
    Yabancı bir ülkenin minik bir sahil kasabasına gitmişlerdi. Arabanın silecekleri yetişemiyordu
    yağmurun hızına. Ve o hala alışamamıştı kocasına. Onu sanki yeni tanıyormuşçasına
    yağmurun hüznünde ilk rastladıkları otele girdiler. Ev gibi bir otel, aslında ne ev ne otel.
    Karataş eski bir banyo sanki dedelerden miras kalmış boş bir eve bakmaya gidilmiş. Yok dedi
    Aysel ben burada ölürüm. Bu ne kasvet kapalı bir kutu ne otel ne ev başka bir yer. Peki dedi
    nasılsa koca yağmur dinsin bakarız etrafa belki yakında vardır bir yer. Açmadılar bavulları
    koltuklara oturdular. Birden koridorlarda bir telaş çıktılar odadan yaşlı bir çifti alıyorlardı
    sedyelere onlar da bir gün önce giriş yapmışlar ölmüşlerdi gecesinde.

    Korkardı ölümden Aysel doktor olsa da. Odaya girdiler valizlerini alıp merdivenlerden
    koşarak aslında kaçarak çıktılar o yerden. Arabalarına bindiklerinde sırılsıklamdılar.
    Gidiyorlardı öylesine.
    Ölmeden çıkmışlardı.
    İstikamet neşeli yerlere mi?
    Vara yoğa ya bağırıyor ya gülüyordu artık. Ne Hikmet vardı ne bir başkası.
    Albümdeki gösterilenler hep yabancı.
    Hep canım boza istiyor diyordu.

    Getirmişti yeğeni, “bu ne?” demişti bir daha da almadılar. Alzheimer ona bozayı
    hatırlamasına izin vermişti sanki. Ama tadını da unutmuştu.
    “Ben seneler önce bir arabadan inmiştim bir akşam vakti bozacıyı gördüm boza alacaktım
    ama niye hiç boza alamıyorum?

    Gecem, gündüzüm sen misin? Bana yoldaş hüzün, aklımda hep yaşlar dolusu gözüm, bir
    hoyrat rüzgâr ne yaz ne kış ne düşen yapraklarda kaldı iz yol bitmez bu güzün. Ayrılık vakti
    diyordu bir ses, benim miydi? Senin miydi? Belirsiz. Kar beyaz oldu her yer, gizlendi anılar,
    yol bitti, geçti rüzgâr ne karşılayan ne uğurlayan. Alzheimer mı Hikmet mi öldürdü beynini,
    belli olmadı.

    Beyaz boş bir sayfa açtı sanki ona. Hadi dedi istersen anıları karala.
    Bir öykü kitaplara sığmayan. Kalemi yazmayan, okuyanı olmayan, sayfalar dolusu boş
    bir defter. Hiçbir şey anlatamayan hatırlayamayan.
    “Canım boza istiyor” dedi yeniden...

    Ah Aysel

    İllüzyon bu hayat.....

    Cahide Yormaz Öz

     

  • Kırklı Yaşlar Cahide Yormaz Öz yazısı

    Cahide Yormaz Öz Konuk Yazar YazısıKIRKLI YAŞLAR

    “Eyvah eyvah 40” dedi bir kadın yazar. Yine 40 lı bir hikaye yenilerde aynada çizgilerden korkmak gibi.  Kırklarda otuz gibi durduğumdan veya bu konuda endişe duymadığımdan hiç aklıma gelmemişti bu panikleme. Daha aynalarla derdimiz yoktu o zamanlar.

    Bin yıldı zaten..

    Dünyaya ayna tutuyordu beynimiz ve yüreğimiz hatta derbederdi çoğumuz. Çiçek çocuklar dediler. Çiçeklenmeliydi dünya. Çiçek sevgidir, barıştır umuttur bir bakıma. Kirli uzun sakallar, ayaklarda çarık benzeri kalıplar, kızlarda uzun renk renk etekler saçlar sereserpe en doğalından. İç dünyayı temiz tutmaktı önemli olan. Dünyayı kurtaracaktık harbiden. Savaşlar olmayacaktı. Savaşma seviş bile dediler de olmadı vakitler bu deyişe. Özgür düşünce, herkes eşit, herkes mutlu kimse kimsenin buyruğunda değil özgür ülke olacaktı. “Emperyalizme hayır diyorduk. Dövüldük, sövüldük, zindanlara atıldık astılar hatta bizi! Sonra parkamızı, hırkamızı müzeye, anılarımızı kağıtlara düşürdüler. 

    “Bitlendim ben Anne” dedi zindanda tarık Akan en azından bu eylem. Otuz kilo ağırlığında giren Mamak Cezaevi’ne altmış kilo çıktı tığ teber. Susanlar her zaman muteber.

    Yıkanmak bile lükstü oralarda kuru temizlemeye gidiyordu bedenler, yiğidim aslanım Uğur Mumcu güldürmüştü epey “Sakıncalı Piyadede”

    Kitap okurduk çokça yoktu öyle bol akçe. Ülkeyi borca batırıp tüketim olamazdı hakça.

    Linguistik, akustik, probiyotik ! bilmezdikte bilirdik nedir dialektik.

    Hayat bilgisiydi o, Felsefesi yaşamın, dengeler, çelişkiler bireysellik değildi dert. Toplumda faydalı fert olmak asıldı. Deniz de asıldı. Köpürttü dertleri söyledi gerçekleri gelsindi ip.

    İnsanlar tip tip kimi bana neci, şucu bucu, Ülkesini seven sağcı solcu kaçtın ipin ucu dolandı haksızlığın kemendi böldü düşünceyi.

    Yüzümüzde çizgi mi var en fazlasından annenin küçük alüminyum kapaklı pertev kremi var.

    Belki fakirdik ama yerliydik bunca gençlik güzellik meraklısı değildik. Yeşil sabunla yıkanır saçlar doğanın önemi var. Özgürdü ağaçlar. En azından onlar ölmüyorlardı o emperyal karmaşada.İşi ,aşı olmalı, kimse kimseye muhtaç bağımlı olmamalı. O üst akılları atarsan dünyadan nefes alırdı ülkeler. Araba, telefon neyin hiç akla glmezdi örneğin. Kırk yaş endişesi hiç konu değil.

    Kapitalizmle arttı söylemler, değişti ekonomik göstergeler daha fazla tüketim daha fazla pazar ol emperyallere , önce kadın baş malzeme. Bedenle ilgili muhabbetler, önce sıfır beden öldü Twigy zayıflıktan hadi biraz etlen dediler o ara. Sonra fitnesler, pilatesler, renk renk toplar, kıyafetler, salonlar, aletler, detokslar, botokslar, jeller, kremler. Boşuna öldü gençler! Hani o korkulan kırklara varmadan. İdeallerinden dolayı öldürülenler. Her yer oldu pazar. Emperyalizm tuzağına düşenler borç gırtlağa kadar. Bedenlerimiz, ilişkilerimiz , satılığa çıktı hatta aşklar. Ağalar, beyler her ürüne tarife var. Luis Vutton çantalar...Güzelliğe güç katan parçalar. 21 günde mutluluk reçeteleri kahkahalarla, evlilik tüyoları, entrikalar, paralı röportajlar. Valla birilerinin yalancısıym bilmem bu konuyu her halükarda pazar marketing derler ya içimize işledi bu ayar. Kanunlar bile değişti arttı tazminatlar. Değişti toplumlar, savaşlar hız kesmiyor gençlik malzemeleri kadar öldürecek silahlar imalatı da doludizgin.

    Sizce huzur buldu mu dünya?

    Ah çiçek çocuklar, bazen hipiler saf saf dünyayı değiştireceğini sanan romantikler..

    Otuzlu, kırklı yaşlarda bile hala dünyayı düşünen biz kalanlar şimdi yetmişlerde dede, nine bizde durur o romantik tohumlar biz hala değişemedik çocuklar sizlerden anıyız bu zamanda bu yaşlarda. Geldik diye korkmadık bu yaşlardan, bedenimizi öne atmadık hala düşünürüz dünyayı nasıl güzel olmalı yeni nesil umut çiçekleri açmalı savaşlar bitmeli, yabancılar bize hükmetmemeli.

    Aynalarla bir düşmanlığımız yok bu doğanın gerçeği. Bizi yıllar değil haksızlıklar, eşitsizlikler korkuttu, korkutuyor.

    Ve hala güzeliz. Kadın her yaşta güzel olabilir.Anne, anne olmadan, öğretmen, kariyerli eğiten seven kendi ve dünya ile barışık nesiller yetiştiren, üreten bireysellikten uzak, ülke, insan, hayvan mutlu olsun hala bu endişelerdeyiz.

    Fidanlar, çiçek çocuklar, Hüseyinler, Denizler, idealist Türkan Saylan gibi kadınlar sizlerin yaşı yok. İnsanlık için, özgürlük için, ülke için yaşamış ve ölenler için ki onlar ölü değildirler hala birer idealdirler. Onlar kırklarına varmadan kırk bin anı bırakanlar..

    Kusura bakmayın genç kadınlar

    Nedir bu endişe?

    Ne güzel yaşlardır bu bir bilseniz!

    Sevgilerle...

    Cahide Yormaz Öz

    16.6.2018

    İlgili linkler:

     

  • Soyut Somut HİÇ

    cahideyormazöz, felsefe yazılarıBu dünyaya geldim geleli düşünür dururum geçmiş ve geleceği. Ne han var ne hamam hani derler ya ne ne torun ne torba. Sana ne kadın diyemedim işin gerçeği. Çocuklar kadınların eseri. İnsanoğlu, en mükemmel canlı demiş kendisine. İlk yalan, ilk kibir, ilk riya. Çıkmış bütün kötülükler bununla yola.

    Dünya güzelsin aslında. Doğa; dağ, taş, deniz ova, börtü böcek, kuş çiçek. Hepsi ayrı renk, ayrı rüya.

    İnsanoğlu çok tahripkar bırakmamış, yok etmiş binlerce canlıyı. Yaşamış bir ara mamut kalmış fosil taş kayada. Sonra birbirlerini yok etmişler savaşlarla. Yetmemiş dünya. Dünya dar artık insana.Bölük bölük insanlar. Tanrıyı ya da tanrıları bölüşememişler.Renkleri ayırmışlar. Oysa ilim, bilim, felsefe yani bilgi ve sanat yaşasaydı tüm insanlık bunlarla kanatlanacaklardı olmayacaktı ayrılık. Ortak akıl olmalıydı. Ama kimilerine uymamış bunlar uyanlara da yapışmış o ilk kibir, hırs DNA larına.Değişir durur insanoğlu dönerken dünya bitmez kavgalarda. Aralarda çıkmış birileri, barış demiş, kardeşlik demiş ölmüşler uğruna.Kimin umurunda. Rende çalışmış durmadan. Kim iyi bir fikir önermiş, çalışmışsa çalışmış hızar, çalışmış doğrama. İnsanlık paramparça.

    Duygu da varmış insanda ama ruhlara girmiş kuytu kıyılarda. İyi duygular, kötü duygular ya da yok hükmünde uygulamalar. Vicdan mesela. Var mıdır her yaratılanda.Görülmez, tutulmaz ama hep aranmakta. Kalpte mi beyinde mi? Olmalı bir yerde. İnsanın insana ya da başka bir canlıya zulmü varsa vicdansız deriz. İyilikler melek formunda. Soyut ama somut sonuçlarda.
    Ve sanat edebiyat. Kelimeler, sözcükler ne dersek diyelim vazgeçilmezlerimiz. Bir kelime ile dünya değişir bir kelime ile yıkıntılarda. Cehennem deriz yine soyutlamalarda. Cennet midir mesela dünya aşık olduğunda ya da terk edildiğinde, kırıldığında, küstüğünde, bir yakınını kaybettiğinde cehennem mi başlar yüreğinde.

    Dünya ya gelmek bir ödül ise, yaşamak bedel ödeme bence. Zor iş sevmek, sevilmek, aşk, savaş, yoksulluk, hastalıklar, barış için bunca kavga dünyayı kana bulama. Doğayı çokça yok edip rahat yaşama uğruna köprüler, barajlar, yollar, gökdelenler yaptık. Sonra hep tükettik. Yine tükettik, daha fazla konfor daha fazla tüketim. Otomobiller, araçlar, gereçler sonra geniş yollarda metal hakimiyeti, egzos gazları, zararlı gazlar, hastalıklar, nefes alamamak, bunalım kavgalar yok çiçekli tarlalar, kapatıldı dereler, kum oldu dağlar, kirlendi sular, güvensizlikler. Sonra başlıyor tapmalar. Eşyaya tapma, paraya tapma, paralıya tapma, tapınaklar, yeni tanrılar, tanrıların arabaları, köleler, satıcılar, alıcılar.Gidiciler, kalıcılar. Bu arada insandan korkup kaçan duygular. Makine insanlar. Ellerinde bilgisayarlar.Makine artı makine yaşamlar. Bu arada henüz dygularını yitirmemiş nesli tükenmekte insanlar. Ve mutsuzluklar..

    Yazanlar, çizenler. Hala bir şiirle dünyaya insana seslenenler.Alay edilenler. Şair adam ! şair kadın yok mu yok! Kadınlar gerçekçi. İyi bir koca iyi eser.eser mi? Eser..

    Övünenler, dövünenler tabii bir de dövülenler olsun..!

    “Bir bahar akşamı rastladım size
    Neden başınızı öne eğdiniz
    Daha önceleri neredeydiniz?”
    Diyen kibar şair adamlar. Hüzünlü şarkılar.

    Cüzzam varmış bir zamanlar, dökülen yaralar.Var mı buna şarkı yapan?
    Hüzzam faslı yaralar.

    Boşver karın doyurmaz şarkılar. Kimin arabasına binersen onun türküsünü söyle özdeyişler.
    Oysa Türküler öyle özel. Yanık, ağıtlı ağır duygular Hafifide var duygu var duygu var.

    O soyut vicdan, ruh duygulara elbisedir sanat.

    Bir kemanın telinde ses, bir kelime bir cümlede aşk olur, nefes. Bir resimde ya da suya bir nakışta duygular bir akıştadır, yontuda taş sessizce konuşur. Anlamanı bekler öyle durur sabırla.

    Sanat sabırmıdır aynı zamanda.

    Tüm duyarsızlıklara bir sorudur sanat.

    Sanat kimse için değildir.Toplum için değildir kendiliğinden çıkar ortaya alan alır, seven sever, sevmeyen görmez, okumaz, bakmaz. Yorumlar muhtelif. Tartışmaya gerek yok. Duygular kelime ile şiir şarkılar
    olur heykel ya da heykel taş. Taştan duygular sessizce. Duygusuzluklarla eş olur. Her ikisi de taş gibidir. Varsa da taştır yoksa da taştır. Taş gibi vicdandır.

    Acı çekmek duygudur. Acı çekmiyorsan duygu yoktur. Hissedilen yoktur. Burada bir paradoks var.Sonuçta sessiz taşlar gibiyiz. Ancak bir heykele dokunabilirsin bir ses alırsın. Duygu yoksa, emek yoksa, vicdan yoksa yoksun. Yoklar yoktur.
    Hiç bir şeye benzemiyor diyorsak HİÇ bir şeydir. Yine de birşeyler yapmalıyız. Hiç bile olsa. Hiç bile olsak hepimiz hiç olacağız. Hiçler hiç bir şeye benzemesede hiçler bırakmak yine de güzeldir.Bir kitap, bir beste, bir yontu belki birileri bir zaman bunu biri yapmış, bestelemiş, yontmuş diyebilecektir.

    Hiç olduktan sonra hiç bir şey olabilirsiniz. Hiç kimse onu anlamamış, tanımamış diyecek birilerine birileri hiç selam bırakmaz mı?

    Gelmiş, geçmiş, yazmış, çizmişlere selam deriz derlerse bizde bir selam göndeririz.
    Geldik gideceğiz. Kırdık, kırıldık belki üzdük çokça üzüldük. Dünyaya çocuk getirmedik sorumluluğumuz yok demedik.Herkes bu yaşamda karşılaşacak zorluklarla aşk, meşk, mutluluk, görevler ya yazılmış bir programda ya da boş kalmış adındaki levha. Roman, şiir, sanat verilmiş sana onlarla ruhunu rahatlatsana.

    Sanat ruhun arınması, ütopik karması ama güzel ama değil. Her şey göreceli.İnsanoğlu doğuştan yaralı. Dünya terapi durağı ya iyisin ya kötü. İyileşirsen ne mutlu iyileşemezsen geçmiş olsun.

    Geçmiş, gelecek dünya bu bir gün o’da dönmeyecek. Galaksi de yorulacak.
    Yeniden boşluk, boşluk boşluk...

    Geldik bu dünyaya bir ara sordular mı bize sormadılar mı bu hala muamma. İnsanoğlu gibi çözülemez. Kendisini bilmezken tanımazken kendi sesin yabancıysa sana bunu anlasana ey ruh.

    Ey duygular karışıklığa devam soyut, somut, ilüzyon yaşam

    Hiçliğe selam
    Sürçü lisan ettiysek affola
    İnsanlık bu ya...
    Eyvallah..

    8.11.2016 hiç önemi yok.
    Cahide Yormaz Öz

     

TOP